/ sozlerdersi
BEDİÜZZAMAN ŞEYTANLA NE KONUŞTU
Malum olduğu üzere “İblis’in en mühim bir desisesi, kendini, kendine tâbi olanlara inkâr ettirmektir. Şu zamanda, hususan maddiyyunların felsefeleriyle zihni bulananlar bu bedihî meselede tereddüt gösterdikleri için” (On Üçüncü Lem’a) geçen yazımızdaki meseleye bir miktar izah gerektiği anlaşılıyor.
Kur’an-ı Kerim ilk ayetlerinden itibaren “(Onlar) gayba iman ederler.” (Bakara, 3) diyerek metafiziğe inanmanın imanın lazımı olduğunu bildirmiştir. Melekler ve ruhanilerle birlikte cinlerin de bu metafizik alemde büyük bir sınıf teşkil ettiği mâlumdur.
“Böylece biz, her peygambere, insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık.” (En'am, 6/112) ayetinden anlaşılacağı üzere insanlardan olduğu gibi cinlerde dahi fesadı planlayan ve yayan bir kısım şeytanlar bulunmaktadır. Bunların başında yer alan ise İblis’tir.
Resulullah (s.a.s.) Efendimiz Ebu Zer (r.a)'e:
“Cin ve insan şeytanlarından Allah'a sığındın mı?” buyurmuştu.
Ebu Zer: “İnsanın da şeytanları var mıdır?” dedi.
“Evet onlar, cin şeytanlarından daha zararlıdır.” (Müsned, 5/165, 178; Taberani, Kebir 8/217)
buyurarak her iki sınıf şeytandan da Allah’a sığınmayı emretmiştir.
Üstadımız Bediüzzaman da “Her bir zamanın insî bir şeytanı vardır. Şimdi beşerde insan suretinde şeytanın vekili olan ruh-u gaddar” (Hutuvat-ı Sitte) diyerek Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) haber verdiği bu insî şeytanlara dikkat çekmiştir.
“Ekser taife-i mahlûkatta olduğu gibi, ef’al ve a’mâl-i beşeriyede bazı harika fertler bulunur. O fertler, eğer iyilikte ileri gitmişse, o nevilerin medar-ı fahrleridir, yoksa medar-ı şeâmetleridir. Hem gizleniyorlar; adeta birer şahs-ı mânevî, birer gaye-i hayal hükmüne geçerler. Sair fertlerin her birisi, o olmaya çalışır ve o olmak ihtimali var. Demek, o mükemmel harika fert mutlak, müphem bulunup, her yerde bulunması mümkün.” (24. Söz)
Evet bu şahıslar ister hayır ister şer cephesinde bulunsunlar, istidatları itibariyle bir nevi harika fertlerdir. Bu şahıslar şeytan gibi “Ben ondan daha hayırlıyım.” (Sad, 76) diyerek, akıllarına güvenip, istidatlarını enaniyetleri hesabına, nübüvvet terbiyesi haricinde, şer istikametinde işlettiklerinde şerirlerin ustabaşısı konumuna geçmektedirler.
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem); “Allah’ım, şu iki adamdan –Ömer b. Hattâb ve Ebû Cehil– sana en sevimli olanı ile İslâm’ı güçlendir. O iki kişiden Allah’a sevimli olanı Ömer’di.” (Tirmizî, Menâkıb, 18; Müsned, 2/25) mealindeki hadisi hatırlanacak olursa; insi şeytanlar yaratılmasının cebri olmayan, imtihan sırrı aydınlanmış olacaktır. Zira Efendimiz’in (s.a.s.) duasından da anlaşılacağı üzere bu şahıslar beşerî kapasiteleri itibariyle benzer potansiyele sahip olsalar da nübüvvetin terbiyesine giren müminlerin halifesi olurken, yüz çeviren ümmetin firavunu olmuştur.
Bediüzzaman “İbrahim tek başına bir ümmet idi.” (Nahl, 120) fehvasınca ahir zamandaki hidayet hareketinin başındaki zat olması itibariyle küfrün şahs-ı manevisinin insi ve cinni temsilcileriyle bizzat görüşmüştür.
Mâlum olduğu üzere “Bediüzzaman, rivayetlerde gelen eşhas-ı âhir zamana ait haberlerin mühim bir kısmını ve Hürriyetten evvel İstanbul’da tevilini söylediği hadislerin ihbar ettiği âhirzamanın dehşetli şahıslarının âlem-i İslâm ve insaniyette zuhur ettiğini görür. Ve yine, gelen rivayetlerden, onlara karşı çıkacak ve mukabele edecek olan hizbü’l-Kur’ân hakkında, 'O zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset canibiyle onlara galebe edilmez; ancak mânevî kılıç hükmünde i’câz-ı Kur’ân’ın nurlarıyla mukabele edilebilir.' tavsiyesine müraatla” (Tarihçe-i Hayat, İfade-i Meram) manevi ve ilmi cihada başlamıştır.
Ahir zamana dair hadislerin tarifi ve Hz. Ali’nin işaretiyle o dehşetli şahsı tespit etmesine rağmen ne o dehşetli şahısla siyaseten mücadeleye girişmiş ne de onun habis siyasetine muhalefetle meşgul olmuştur. Gelen istibdad-ı mutlakın asıl sebebinin küfr-ü mutlak, neticesinin sefahat-i mutlaka olduğunu gördüğünden, “Eyvah, bu ejdarha imanın erkanına ilişecek” (23. Lem’a) diyerek; tabiat risalesini telif edip, o dehşetli şahsı da namaza ve sünnet-i seniye düsturlarına davet etmiştir.
Ancak gerek zaman ve zeminin müsaade etmemesi gerek misyonunu gereği iktidar sahipleriyle siyaseten mücadeleye girişmemişse de ilmi ve manevi mücadelesinin neticesi olarak hayatı mahkemeler, sürgünler ve hapislerde geçmiştir. Risale-i Nur hareketinin ilk yargılanışı olması itibariyle gerek Eskişehir mahkemesi ve hapsi gerekse de o müddet içinde yazılanlar hayli dikkat çekicidir.
Информация по комментариям в разработке