وَمَن يُطِعِ ٱللَّهَ وَٱلرَّسُولَ
فَأُو۟لَٰٓئِكَ مَعَ ٱلَّذِينَ أَنْعَمَ ٱللَّهُ عَلَيْهِم مِّنَ ٱلنَّبِيِّۦنَ
وَٱلصِّدِّيقِينَ وَٱلشُّهَدَآءِ وَٱلصَّٰلِحِينَ ۚ وَحَسُنَ أُو۟لَٰٓئِكَ رَفِيقًا
“Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Nisâ 69)
ذٰلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ عَل۪يماً۟
“Bu lütuf Allah’tandır; bilen olarak Allah yeter.” (Nisâ 70)
Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" Efendimizin Sevban isminde bir kölesi vardı. Bir gün Resûlullah Efendimizin huzuruna geldi. Yüzünün rengi kaçmıştı. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" Efendimiz "Neyin var, ey Sevban?" diye sordu. Sevban buna cevaben: "Ne hastalığım ne ağrım var. Hiçbir şeyim yok. Yâ Resûlallah, seni göremediğim zamanlar sana karşı olan aşkım artıyor. Şiddetle bir yalnızlık duyuyorum. Sonra ahireti hatırlıyorum ve orada seni göremeyeceğimden korkuyorum. Çünkü sen cennette diğer Peygamberlerle beraber yüksek makamlarda bulunacaksın. Ben cennete girsem bile senin derecenden aşağı derecede bulunacağım için seni orada göremeyeceğim, sohbetinizi dinleyemeyeceğim. Bu hal beni zafiyete duçar etti." Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu: "Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu Peygamberler, sıddîkler, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır."
Dereceleri Farklı Olanların Cennette Beraberliği
Allah'a ve peygambere itaat eden kimselerin, peygamberler ve sıddîkler ile beraber olmalarından murad, hepsinin bir derecede bulunmaları değildir. Çünkü bu, fâzıl (üstün) olan ile mefdûl (daha az üstün olan) arasında, derece bakımından eşitliği gerektirir; bu da mümkün değildir. Aksine bundan murad onların, cennette yerleri uzak olsa da, birbirlerini görebilecekleri şekilde bulunmalarıdır. Çünkü perde kalktığı zaman, onlar birbirlerini görürler ve ziyaret veya karşılaşmayı istedikleri zaman, buna kadir olurlar. İşte bu beraberlikten murad, budur.
Sıddîkler: Birinci sıfat: Sıddîk, sıdkı (doğruluğu) âdet edinmiş olan kimsenin ismidir. Bir fiil bir insanın âdeti olur ve o insan bu fiili ifade eden kelimeyle tavsif edilir ise, o vasıf fiîl vezni üzere gelir. Mesela sikkîr (çok içen, sarhoş); şirrîb (çok içen); himmîr (çok şarap içen) denilir. Sıdk, mü'minin şerefli ve üstün sıfatlarından birisidir. Sıdk, (doğruluk) fazilet olarak yeter. Çünkü iman tasdikten (doğrulamaktan) ibarettir. Kizb (yalan) da, zemm (kötülenme) sebebi olarak yeter. Çünkü küfür de tekzîbten (yalanlamadan) başka birşey değildir.
Bunu anladığın zaman biz deriz ki: Müfessirlerin, "Sıddîk" hakkında çeşitli tarifleri vardır:
1) Her kim, şekke düşmeksizin herhangi bir dini tasdik eder (doğrular) ise, o sıddîktir. Bunun delili, "Allah'a ve peyamberlerine iman edenler (yok mu), onlar sıddîklerdir" (Hadîd, 19) âyetidir.
2) Bir topluluk şöyle demiştir: "Sıddîkler, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ashabının efdal olanlarıdır."
3) Sıddîk, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i ilk önce tasdik etmiş ve böylece, bu hususta diğer insanlara öncü olmuş kimsenin ismidir.
Durum böyle olunca, Hazret-i Ebu Bekir es-Sıddîk (radıyallahü anh), insanlar içinde bu vasfa en layık kimse olur.
O, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i tasdikte öncüdür. Çünkü Hazret-i Peygamber'in, "İslâm'ı her kime arzettiysem, mutlaka o duraklamıştır; Ebu Bekir müstesna, çünkü o, hiç tereddüt etmedi" dediği meşhurdur.
Sâlihler: Üçüncü sıfat: Salih, itikadında ve amelinde iyi, dürüst olan kimsedir. Çünkü, cehalet itikadda bir bozukluk, günah ise amelde bir bozukluktur. Sen sıddîk, şehîd ve salih kelimelerinin tefsirini iyice anladığında, bu sıfatlar arasındaki fark anlaşılır. Bu böyledir, çünkü itikadı doğru, işi de mâsiyet değil taat olan herkes sâlihtir.
Bil ki Cenâb-ı Hak, Allah'a ve Resulüne itaat eden kimsenin peygamberler, sıddîklar, şehidler ve salihlerle beraber olduğunu açıklamış, sonra bunlardan hangisi olduğuna pek önem vermeyip, sadece onlarla beraber refîk bir arkadaş olmanın kâfi geldiğini bildirmiştir. Biz daha önce, "refik" kelimesinin, hazarda ve seferde kendisinden istifade edilen kimse manasına olduğunu zikretmiştik. Böylece Cenâb-ı Hak, bu itaatkâr kullardan fayda sağlanacağını açıklamıştır. İnsan bazen başkası ile beraber bulunabilir ama onun refîki olmaz. Fakat birisi, yanındaki insana büyük bir şefkat ve ilgi gösterirse, o zaman onun refîki olur. Bu izaha göre Cenâb-ı Hak peygamberlerin, sıddîkların, şehidlerin ve salihlerin, o itaatkâr insana olan şiddetli şefkatleri ve onu görmeden dolayı duyacakları sevinçten dolayı, onun refikleri ve dostları gibi olduklarını beyan etmiştir.” Razi, Tefsir
Информация по комментариям в разработке