Furkan sahibi olmalısın! / 17.11.2020 / Kerem Önder

Описание к видео Furkan sahibi olmalısın! / 17.11.2020 / Kerem Önder

يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓا۟ إِن تَتَّقُوا۟ ٱللَّهَ يَجْعَل لَّكُمْ فُرْقَانًا
وَيُكَفِّرْعَنكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ۗ وَٱللَّهُ ذُو ٱلْفَضْلِ ٱلْعَظِيمِ

“Ey iman edenler! Eğer Allah´tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırdedecek bir anlayış verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir.” (Enfâl 29)

“Takva, Allah'ın Furkân Vermesine Vesile Olabilir

Ayette, "O, size (iyi ve kötüyü ayırdedecek) bir Furkân verir" ifadesi ile anlatılan husustur. Bu, "Allah sizinle kâfirlerin arasını ayırır" demektir. Lafız mutlak olarak zikredildiği için bu "Furkânı", mü'minlerle kâfirler arasında meydana gelen bütün ayırıcı vasıflar manasına hamletmek gerekir. Bundan dolayı diyoruz ki: Bu farklar ya dünya ya da âhiret halleri ile ilgilidir. Dünya halleri ile ilgili olanlar ise, ya kalbin halleri ile, yani bâtınî haller ile ilgili olur; ya da zahirî hallerle ilgili olur. Kalbin halleri ile ilgili olanlar ise şunlardır:

a) Allah Teâla, hidayeti ve marifetullahı (Allah'ı bilmeyi), mü'minlere has kılmıştır.
b) Allah yine inşirahı (iç genişliği ve gönül huzurunu) da müminlerin kalblerine vermiştir. Nitekim Allah Teâlâ, "Öyle ya, Allah'ın, göğsünde İslam için bir inşirah verdiği kimse, kalbini mühürlediği kişi gibi midir? Çünkü o, Rabbinden bir nur üzerindedir" (Zümer, 22) buyurmuştur.
c) Münafık ve kâfirlerin kalbi öylesi kötü huylar ve âdi hallerle dolup taştığı halde; Allah Teâlâ, mü'minlerin kalblerinden ve gönüllerinden kini, öfkeyi, hasedi, hile ve tuzakları gidermiştir. İyi hallerin kalblerde doğmasının sebebi şudur: Kalb, Allah'a itaat etmekte nurlanınca, bütün karanlıklar ondan gider. Çünkü marifetullah (Allah'ı tanıyıp bilmek), bir nurdur. O kötü huylar ise adetâ birer zulmet, karanlıktır. Dolayısiyle nûr gelince, karanlık mutlaka zail olur.

Zahirî hallerle ilgili olan bu farklar da şunlardır: Allah Teâlâ yüceliğini, fethini, muzafferiyetini ve yardımını müslümanlara tahsis etmiştir. Nitekim O: "Halbuki şeref, kuvvet ve galibiyet Allah'ındır, Resulünündür, mü'minlerindir" (Münafikûn, 8) ve "Çünkü O (Allah), bu dini diğer bütün dinlerden üstün kılacaktır" (Saf, 9) buyurmuştur. Kâfir ve fâsıkların hali ise, bunun aksinedir.

Âhiret halleriyle ilgili farklara gelince, bunlar mükafaat, daimî menfaatlar, Allah ve melekleri tarafından ta'zim edilme bakımlarındandır. Bütün bu haller, âyetteki "Furkân"a dahildir.

"Seyyiatın bağışlanması" ifadesi ile, dünyada iken "onların örtülmesi, saklı ve gizli kalması" manası; "mağfiret" ile de "ahirette tamamen bağışlanması" manası kastedilmiştir.

Allah'ın Geniş Lütfü: Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Allah büyük fazl-u ikram sahibidir" buyurmuştur. Vasfı bu olan bir zat, birşey vaadettiğinde mutlaka va'adini yerine getirir. Biz şu sebeblerden ötürü Allah'ın fazl-u ikramının, başkalarınınkinden daha büyük olduğunu söylüyoruz:

1) Hak subhanehû ve Teâlâ dışında herkes, ancak kalbinde lütuf ve ihsanda bulunma niyet ve fikri meydana geldiği zaman, lütuf ve ihsanda bulunur. O niyet ve fikir ise sonradan meydana gelmiştir. Binâenaleyh ancak Allah'ın yaratması ile meydana gelmiştir. İşte bu durumda da, ihsanda bulunanın, iyiliğin yapılmasına sebep olan o düşünce ve niyeti yaratan Allah olduğu ortaya çıkar.
2) Lütuf ve iyilikte bulunan herkes ya karşılığında bir mal kazanmak ya bir övgüye nail olmak ya da hemcinsine acımadan dolayı kalbinde meydana gelen bir elem ve üzüntüsünü gidermek gibi, bir başka çeşit karşılığı elde etmek gibi, bir çeşit kemal elde etmiş olur. Allah Teâlâ ise, böylesi hiçbir karşılık beklemeksizin lütuf ve İhsanda bulunur. Çünkü O, zaten kâmildir. Zâtı gereği mevcud olan bir varlığın, başkasından istifade etmesi imkânsızdır.
3) Başkasına bir iyilikte bulunan herkese göre, iyilik yaptığı kimse, o iyilik başına kakılabilecek bir duruma düşer. Bu ise, nefret ettirici bir durumdur. Ama Cenâb-ı Hak, herkesi her türlü özelliği ile yaratmış olandır. Binâenaleyh Allah'ın ihsanını kabul etmeme gibi bir şey söz konusu olamaz.
4) Başkasına iyilikte bulunan herkese göre, kendisine iyilikte bulunulan o kimse bu iyilikten ancak, gören bir gözü, işiten bir kulağı ve hazmedebilen bir midesi bulunduğu zaman istifade edebilir. Bu durumda da yine gerçekte iyilikte bulunanın, (ona bunları vermiş olan) Allah Teâlâ olduğu ortaya çıkmış olur. Dolayısıyla bu aklî deliller ile de Allah Teâlâ'nın büyük fazl-u ikram sahibi olduğunun doğruluğu sabit olur.” Fahreddini Razi, Tefsir

Комментарии

Информация по комментариям в разработке