اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْف۪يلِۜ ﴿١﴾
1- Rabbin fil sahiplerine neler etti, görmedin mi?
اَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ ف۪ي تَضْل۪يلٍۙ ﴿٢﴾
2- Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı?
وَاَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْراً اَبَاب۪يلَۙ ﴿٣﴾
3- Onların üstüne ebabil kuşları gönderdi.
تَرْم۪يهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجّ۪يلٍۖۙ ﴿٤﴾
4- O kuşlar, onların üzerlerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyordu.
فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ ﴿٥﴾
5- Böylece Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi.
Rivayet olunduğuna göre, Ashame en-Necaşî'den önceki Yemen hükümdarı Ebrehe ibn es-Sabbâh el-Eşrem, San'â'da bir kilise yaptırır ve ona el-Kalîs adını verir. Maksadı ise, hacıları oraya çekmektir. Derken, Kinane oğullarından birisi çıkar, o kiliseye, geceleyin, büyük abdestini bozar... Bu durum da, Ebrehe'yi kızdırır. Arablardan birisinin bir ateş yakıp, rüzgarın o ateşi, kiliseye ulaştırıp, oraya yaktığı, bunun üzerine de Ebrehe'nin Kabe'yi yakmaya yemin ettiği de ileri sürülmüştür. İşte bu maksatla Ebrehe, beraberinde çok kuvvetli olan ve adı Mahmûd olan bir fil ile birlikte, Habeşistan ve sair yerlerden topladığı ordu ile birlikte, yola çıkar. Ki bu ordunun içinde, ayrı cinsten sekiz fil daha bulunmaktadır. Bu sayının on iki ya da bin olduğu da ileri sürülmüştür. Mekke'ye yaklaşınca, kendisini Abdulmuttalib karşılar ve ona, geri dönmesi için, Mekke'deki mallarının üçte birini vermeyi teklif eder. Fakat o, kabul etmez. Derken, ordusuna silah kuşatır ve o fili de ordunun önüne alır.
Onlar her ne zaman bu fili, Harem-i Şerif cihetine doğru yönelttilerse, o çöker ve oradan kalkmaz. Ama, Yemen'e veya diğer yönlere doğru yönelttiklerindeyse, koşarak gider. Derken Ebrehe, Abdulmuttalib'e ait ikiyüz deveyi alır. Bunun üzerine Abdulmuttalib, develerini geri almak maksadıyla, onların yanına gelir. İri yapılı birisi olduğu için, Ebrehe ona önem verir. Ebrehe'ye, "Kureyş'in efendisi ve Mekke kervanının sahibi" diye takdim olunur. Abdulmuttalib ne maksadla geldiğini anlatınca da, Ebrehe, "Gözümden düştün. Zira ben, senin ve atalarının dini demek olan Kâ'be'yi yıkmak için geldim. Sen buna hiç aldırmadın; ama, alınan develerini istemek için buraya kadar geldin!.." dedi. Bunun üzerine Abdulmuttalib, "Develerin sahibi benim, o Beyt'in de sahibi vardır. Orayı, sana karşı koruyacaktır" dedi, sonra da dönüp, Kâ'be'ye geldi ve Kâ'be'nin halkasına yapışarak şöyle demeye başladı:
"Allahım, herkes kendi helal malını müdafaa eder; sen de kendi malını koru! Bu gün seni, Salib'den yana olan ve ona tapanlara karşı, kendi yandaşlarına (âline) yardım et. Onların haçı ve güçleri, haddi aşarak, senin gücüne galib gelemesin. Eğer Sen Kâ'be'mizi onların insafına terkedersen et, Sen bilirsin. Ya Rabbi, onlara karşı, Senden başka umacağım kimse yoktur. Ya Rabbi, onlara karşı, bu harîmini Sen koru, müdafaa et."
Bu duayı yaptı ve döndü. Bir de ne görsün, Yemen tarafından bir takım kuşlar gelmiyor mu? Bunun üzerine Abdulmuttalib şöyle demeye başladı: "Vallahi, bunlar yabancı kuşlar, ne Necidli, ne de Tihâmeli, yani Mekkeli..." Her kuşun gagasında bir, ayaklarında da İki taş vardı ki, bunlar mercimekten büyük, nohuttan küçük idiler. İbn Abbas'ın, bu taşı, Ümmühanî'nin yanında Kafîz gibi, burnu çizgili, tıpkı Zıfâr kabilesinin gözboncuğuna benzer bir biçimde gördüğü rivayet edilmiştir. Taş, adamın başından giriyor, aşağıdan çıkıyordu. Ve, her taşın üzerine, kime ait olduğu da yazılmıştı. Böylece bu, Kâ'be'yi yıkmaya katılanların hepsi, yollarda, vadilerde, helak olup, yok oldular. Ebrehe ise hastalandı, derken parmak uçları düştü. Göğsü yarılıp, kalbi dışarı fırlayarak öldü. Derken, veziri Ebû Yeksûm, geriye döndü, üzerinde de bir kuş uçup duruyordu. Necâşî'ye geri döndü ve durumu ona anlattı. Hadiseyi anlatıp bitirince de, o taş onun üzerine düştü, Necaşî'nin önünde yığılıp kaldı... Hz. Aişe (r.a)'nin de şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ben, filin komutanını ve bakıcısını, kör-kötürüm olmuş, dilenir oldukları bir vaziyette gördüm..."
Информация по комментариям в разработке