...Hocamız rahmetullahi aleyh böyle bir mürşid-i kâmil idi.
Mürşid-i kâmil-i mükemmil ne demek?
Hem kendisi kâmil adam, hem de etrafındaki insanları terbiye edip de kemale erdirmesini başaran usta terbiyeci demek.
"E hocam çok hocalar var, şeyhler var."
Ben de biliyorum zaten; mürit az, şeyh çok. Zaten herkes şeyh, onu ben de biliyorum da, yalnız yazar, müslüman, mücahit, gayretli, hayır hasenat sahibi Raif Cilasun, İslâmî çocuk romanları filan yazar,rahmetli bizim ihvânımızdan idi, İzmirliydi, vefat etti. İzmirli olanlar bilirler, İstanbullu olanlar da bilirler.
Raif Cilasun gitmiş Hasan Basri Çantay'a...
Hasan Basri Çantay kim?
Allah hepsine rahmet etsin, hepsinin kabri nur dolsun, hepsinin ruhu şâd olsun, hepsinin makamını Cenâb-ı Hakk daha yükseklere çıkartsın, sizin mevtânızla beraber, onlarla beraber hepimizin... Âmin.
Hasan Basri Çantay, Mehmed Akif'in ahbabı, arkadaşı, mecliste zabıt katipliği yapan insan, edib, şair, hoca, Kur'ân-ı Kerîm'in mealini hazırlayan bir kimse, tanınmış bir isim Türkiye'de. Raif Cilasun gitmiş bunun yanına,
"Hocam, ben sana intisap etmek istiyorum, ben sana mürit olmak istiyorum, sana bağlanmak istiyorum." demiş.
Eski insanlar ciddi insanlardı, bu işin şakası yok, oyuncak değil. Hasan Basri demiş ki;
"Benim öyle bir icazetim, selahiyetim yok."
"Tamam, bir mürid de biz kazandık, bundan sonra arkası da gelir..." demiyor.
Takarız bir kavuk, alırız bir sarık, giyeriz bir cübbe, kurarız bir tekke, gel keyfim gel...
Öyle demiyor.
"Benim öyle bir selahiyetim yok..."
Dervişlik olaydı tac ile hırka,
Alırdık biz dahi otuza kırka.
Dervişlik öyle değil. Şeyhlik hiç hiç öyle değil.
"Benim öyle selahiyetim yok." demiş.
"E o zaman bana bağlanacağım bir mürşid-i kâmili tavsiye buyur."
Bu benim anlattığım 40-50 sene önceki olaydır. Ben bile eskidim, Raif Efendi, onlar daha eski, benden önceki nesil onlar, ellerini öptüğüm insanlar.
Demiş ki;
"Benim iki zâta hürmetim, saygım, hüsnü zannım var. Birisi Bursalı Mehmed Efendi, Mehmed Zahid Kotku, birisi de Adanalı Sami Efendi."
"Efendim, tercih et, hangisiyse ona gideyim, bağlanayım."
"Yo" demiş... Eski insanların huyları bizden farklı, bir daha söylüyorum. Bizim huylarımız bozulmuş.
"Yo, ben evliyâullah arasında ayrım yapacak bir insan değilim. Mücevherin kıymetini kuyumcu bilir, benim öyle bir hakkım, selahiyetim yok."
"E ne yapacağım o zaman?"
Kendisi anlattı rahmetli Raif Cilasun, hatta belki bantlarda da var da işte onun da belki çekimleri vardır ama oynatamadılar bunlar.
"E ne yapacağım?"
Siz olsanız ne yaparsınız?
İstihareye yatarsınız.
İstihareye yatmış. Hasan Basri Hoca "İstihareye yat." demiş çünkü.
Raif efendi diyor ki;
"Benim gönlüm Sami Efendi'ye bağlanmaktan yanaydı, meylim o tarafaydı. Üç defa rüyada Mehmed Zahid Kotku Efendi çıktı."
Üç defa.
Neden?
Bilemezsiniz. Ben söyleyeyim: Zamanın kutbu olduğu için, makamın sahibi olduğundan. Rüya bu.
"Ben de gittim Mehmed Zahid Efendi'ye intisap ettim." diyor Raif Cilasun. Yani bizim tekkeden derviş.
Peki Sami Efendi ne diyor?
Sami Efendi kaddesallahu sırrahu'l-azîz de Hocamız'ı göstererek demiş ki;
"Zamanın kutbu'l-aktabı budur."
İnşaallah onun kimlerin yanında söylendiğini, vesaireyi belgelendirip size naklederim.
Yani iki ilk anda hatıra gelen isim ama bir tanesi diyor ki;
"Zamanın kutbu'l-aktabı budur."
Acaba bunlar mütevazı olurlar, karşı tarafı üstün görürler, ondan mı?
Hayır. Hayır. Ben vaziyeti biliyorum. Sami Efendi, Hocamız'ı bayramlarda seyranlarda ziyarete gelirdi, tebriki yapar, giderdi. Mahmud Efendi gelir, elini öper, tebriki yapar, giderdi. Biliyorum yani. İş öyle tevazu meselesi vesaire değil.
Hocamız, Sami Efendi'nin dervişi Medine'de Abdullah Efendi vardı, "Nerede kaldın?" demiş. "Birkaç gün görünmedin."
"Sami Efendim Medine'ye geldi de işte onun hizmetindeydik, ondan gelemedik."
Azarlamış. Hocamız kimseyi azarlamazdı. Halbuki İzmirli Abdullah Efendi Sami Efendi'nin dervişi ama Hocamız azarlamış "İki-üç gün niye gelmedin?" diye.
Neden?
Makamın bilinmesi için.
Abdulaziz Hocaefendi... Postnişin ama "Bu Bursalı Mehmed Zahid Efendi yok mu?" dermiş, "Bunun makamı çok yüksek." dermiş. Abdulaziz Bekkine, bu Râmuzü'l-ehâdîs'in meallerini not aldıkları şeyh efendi.
Ali Haydar Efendi kim?
Çarşambalı Mahmud Efendi'nin şeyhi. Ali Haydar Efendi, yaşlıydı biraz, ayakları iyi tutmuyordu, yatalak gibiydi. Kalkabiliyordu ama zor. Hocamız Bursa'dan vazifeye tayin olup gelince, 1952 yılında, o zaman daha genç tabi. 80'de vefat etti, vefatından 28 yıl önce yani. Daha genç durumdayken Ali Haydar Efendi'yi ziyarete gitti. Babamla beraber Hocamız ziyarete gitmişler. Ali Haydar Efendi yatalak haliyle yataktan kalkmış, merdiven başına kadar gelmiş Hocamız'ı karşılamaya. Hocamız'ın yaşı Ali Haydar Efendi'den çok küçük. Müridler demişler ki;
"Efendim kalkmayın, o gençtir, işte gelsin yanınıza, yatakta..."
"Bu zâta mı kalkmayacağım? Bu zâta mı kalkmayacağım? Bu zâta mı kalkmayacak mışım?!"
Babam bu hadiseyi yaşamış bir kimse olarak anlatıyor.
Информация по комментариям в разработке