“HERHANGİ BİR KUL, ACELE ETMEDİĞİ TAKDİRDE KESİNLİKLE DUASINA İCÂBET EDİLİR.” ( Bamteli-Hocaefendi )

Описание к видео “HERHANGİ BİR KUL, ACELE ETMEDİĞİ TAKDİRDE KESİNLİKLE DUASINA İCÂBET EDİLİR.” ( Bamteli-Hocaefendi )

Kanalımdaki videolarımı kaçırmamak için abone olmayı unutmayın!
   / pirlantasÖzler  

Fethullah Gülen Hocaefendi' nin bu Bamteli sohbetinin tamamına şu linkten ulaşabilirsiniz..
https://www.herkul.org/bamteli/elsiz-...

Elsiz, Dilsiz ve Gönülsüz (Zaruri Bir Tenbih) Herkul | 09/05/2011. | BAMTELI

Soru: Yapılan ısrarlı dualara rağmen uzun süre devam eden şahsî dertler söz konusu olunca “Dua duayı kesmiyor!” yaklaşımına sığınıyoruz. Bir milleti, bir toplumu ya da bir hareketi ilgilendiren kronik problemler için de aynı mülahaza geçerli midir? Binlerce ağızla niyaz edildiği ve sebepler yerine getirildiği halde bazı yerlerdeki müşkillerin çözülemeyişinin ardında hangi hikmetler olabilir?

-Dua, sebepler üstü bir talebin Cenâb-ı Hakk’a arzı ve Hakk’ın gizli-açık her şeye nigehban bulunduğuna inancın da ilanıdır.

-Hazreti Sâdık u Masdûk Efendimiz, “Allah Teâlâ, ne dediğini bilmeyen insanın gafilce ve ciddiyetsizce yaptığı duayı kabul etmez!” buyurmuştur.

-Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Herhangi bir kul, ellerini kaldırır ve Allah’tan bir dilekte bulunursa; acele etmediği takdirde kesinlikle duasına icâbet edilir.” Efendimiz, “Acele nasıl olur yâ Rasûlallah?..” diye sorulduğunda da şöyle mukabelede bulunmuştur: “Dua ettim ettim, kabul olmadı” der (de vazgeçer), işte bu yanlıştır; dua yerine gelene kadar ısrar etmek gerekir.” Evet, Allah Rasûlü (aleyhissalatü vesselam) “şeksiz – şüphesiz, kabûl olacağından emin olunarak” dua edilmesini tavsiye buyurmuştur. (25:16)

-Hazreti Üstad diyor ki: “Ben otuz kırk seneden beri, bendeki kulunç denilen bir hastalıktan şifa için dua ederdim. Anladım ki, hastalık dua için verilmiş. Dua ile duayı, yani, dua kendi kendini kaldırmadığından, anladım ki, duanın neticesi uhrevîdir, kendisi de bir nevi ibadettir ve hastalıkla aczini anlayıp dergâh-ı İlâhiyeye iltica eder. Onun için, otuz senedir şifa duasını ettiğim halde duam zâhirî kabul olmadığından, duayı terk etmek kalbime gelmedi. Hem dua istediğimiz tarzda kabul olmazsa, makbul olmadı denilmez. Hâlık-ı Hakîm daha iyi biliyor; menfaatimize hayırlı ne ise onu verir. Bazan dünyaya ait dualarımızı, menfaatimiz için âhiretimize çevirir, öyle kabul eder.” (26:40)

-Mümkünse toplu halde dua etmek lazımdır.

-Kulun, Cenâb-ı Hakk’a en yakın olduğu hâl, secde hâlidir. “Baş-ayak aynı yerde, öper alnı seccade / İşte, insanı yakınlığa taşıyan cadde..!” Secde aynı zamanda mutlaka kabul görecek duaların mahallidir.

-Hazreti Sâdık u Masdûk Efendimiz, “Duanın en süratli kabul olanı, bir insanın bir başkasının gıyabında yaptığı duadır” buyurmuştur. Evet, bizahri’l-gayb, yani bir insanın haberi olmadan onun gıyabında yapılan dualar makbuldür.

-Şayet bizde hem milletimize hem de İslam dünyasına karşı azıcık mürüvvet hissi varsa, Cennet’e girme, Cehennem’den azâde kalma, dünyevî bazı isteklerimizin gerçekleşmesi veya sıkıntılarımızın giderilmesi gibi meselelerle alâkalı dua etmenin yanı başında, hatta bunları küçük görerek, önce âlem-i İslam’ın problemlerini sıralamamız, “Ne olur Allahım, kalblerimizi ve bütün ümmet-i Muhammed’in (aleyhissalatü vesselam) kalblerini, hallerimizi, fikirlerimizi, zahirî-batınî his ve latifelerimizi ıslah buyur; kalblerimizi İslamiyet’e çevir ve onda sabit kıl!” diye ciddi bir vefa hissiyle, boğulmak üzere olan ve çırpınan birini bataklıktan çıkarıp kurtarıyor gibi bir heyecanla yalvarıp yakarmamız icap eder. (31:20)

-Cenâb-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’de “Bana dua edin ki size karşılık vereyim.” (Mü’min, 40/60) buyuruyor. Bu, ne bizim ne de başkalarının mesajı; doğrudan doğruya O’nun kendi beyânı.. “Dua edin icabet edeyim” diyen –hâşâ– bir âciz değil, her şeye gücü yeten, Kâinatın Sultanı.. “Kullarım Beni senden soracak olurlarsa, bilsinler ki Ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da dâvetime icabet ve Bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler.” (Bakara, 2/186) mealindeki ayet de ayrı bir dua çağrısı. Böyle olunca, Cenâb-ı Hakk’ın bu vaadine ve davetine binaen biz de ellerimizi açıp sürekli O’na dua etmeliyiz. Dua ederken de, himmetimizi âlî tutmalı; yakın çevremizden başlayarak inananları ve bütün insanlığı kucaklamalıyız.

-Kabulü geciken duaları ikinci bir imtihan olarak görmek gerekir. Evet, başa gelen musibet ya da giderilmesini istediğimiz bir ihtiyaç imtihan olduğu gibi, bunlarla alâkalı yaptığımız duaların bir türlü kabul mührü görmemesi de ayrı bir imtihandır. Bize düşen, “Gelse Celâlinden cefa / Yahut Cemâlinden vefa / İkisi de cana safa.. / Lütfun da hoş, kahrın da hoş…” deyip kavlî ve fiilî duada ısrar etmek; vicdanlarımızda “Siz mi geldiniz?” şeklinde değerlendireceğimiz bir emare ve bir işaretin yankılanacağı “eşref saati” beklemektir.

Комментарии

Информация по комментариям в разработке