Şia Kaynaklarına Göre Hz. Ebu Bekir'in Resûlullah ile Hicreti ve Mağara Arkadaşlığı I Ebubekir Sifil

Описание к видео Şia Kaynaklarına Göre Hz. Ebu Bekir'in Resûlullah ile Hicreti ve Mağara Arkadaşlığı I Ebubekir Sifil

Şia Kaynaklarına Göre Hz. Ebu Bekir'in (r.a.) Resûlullah ile Hicreti ve Mağara Arkadaşlığı

Şia kaynaklarında hicretin emredilmesi ile birlikte Ebu Bekir için adeta yeni bir rol biçilmektedir. Şöyle ki, Şîa’ya göre Yüce Al­lah, hicret için Hz. Peygamber'e Ebu Bekir ile arkadaş olmasını em­rettiğinde, “Şüphesiz ki o eğer senin yalnızlığını giderir, sana yardım eder, seninle yapmış olduğu akit ve ahde bağlı kalırsa cennette se­nin arkadaşlarından olur” buyurmuştur. Resulullah da Ebu Bekir’e, “Ey Ebu Bekir! Kim söz verip sözünden caymazsa, değişmez ve bo­zulmazsa Allah’ın faziletini belirttiği kişiye kıskançlık duymazsa o refik-i alada bizimle beraberdir” demiştir.

Sonra Resûlullah'a yer, gök, dağ ve denizler, “Ey Muhammed Bize emret biz sana karşı ge­lenleri yerle bir edelim” dedikten sonra hepsi yine bir ağızdan, “Ey Muhammedi Senin mağaraya girişin senin acizliğinden değil ancak senin sabrın ve vakarın sayesinde iyilerin kötülerden ayrışması için bir imtihandır. Ey Muhammed kim sana verdiği sözü tutarsa o senin cennette arkadaşındır” derler. Görüldüğü gibi bu ifadelerin satır aralarında sanki Ebu Bekir’in, Resulullah ile yapmış olduğu akit ve ahde bağlı kalmayacağı, değişip bozulacağı ve Allah’ın faziletini be­lirttiği kişi olan Hz. Ali’yi kıskanacağı ifade edilmek istenmektedir. Sanki bir senaryo yazılmış ve bu senaryoda Ebu Bekir’e bir rol biçil­miştir. İşin daha ilginci ise bu müelliflerin Allah, yer, gök, dağ ve de­nizlerin adına konuşuyor olmalarıdır.

Meclisi, “Ebû Bekir çoğu zaman hicret etmek için Resûlullah’tan izin istiyordu. Resulullah ise ona, “Acele etme diyordu” şeklinde İslâm tarihi kaynaklarında geçen [68] Ebu Bekir’in hicret için izin talebinin, onun korkaklığını ortaya koyduğunu belirtmektedir.

Ona göre Ebu Bekir bu izin isteyişi ile Hz. Peygamberi düşmanlarının yanına bırakıp kaçmak istiyordu. “Kafirler onu aramadan kendisi kaçmak istediğine göre şayet onu arasalardı o ne yapardı? Onun bu korkusu hicret esnasında Resûlullah’ın gönlünü meşgul etmiştir. Şayet onun bu durumu olmasaydı Resulullah esrarı ile meşgul olurdu. Onun üzüntüsü, Hz. Peygamber'e şefkat veya İslâm’ın ortadan kaybolması üzerine ol­saydı üzüntüsünden dolayı yasaklama emri gelmezdi. Bu da gösteri­yor ki onun üzüntüsü arzulanan bir üzüntü değildir. Muhaliflerin bu üzüntüyü fazilet olarak görmelerine şaşarım” [69] demektedir.

Buna karşılık Şia, Hz. Ali’nin Resûlullah’ın yatağında sabahlama­sını onun daha faziletli olduğu şeklinde yorumlayarak, bu eylemini onu imamet ya da hilafete ehil yapan bir husus ve şecaatinin göster­gesi olarak değerlendirir. Şii müfessirler, "İnsanlar arasında kimi de vardır ki Allah'ın rızasını kazanmak için kendisini feda eder" [70] ayetinin Hz. Ali’nin Resûlullah’ın yatağında yatmasıyla ilgili olarak nazil oldu­ğunu söylemektedir. [71]

Müfîd de Hz. Ali’nin bu davranışının önemini zikreder ve “Resûlullah Müminlerin Emiri’nden başka kavminden ve ailesinden bu derece güvenecek bir kimseyi bulamadı. Bu yüzden emanetleri sahiplerine geri vermek ve üzerinde bulunan borcu öde­mek için Ali’yi yerine bıraktı” [72] demektedir.

Bilindiği gibi Hz. Ebu Bekir’in Resulullah ile birlikte yapmış olduğu hicret yolculuğuna Sünni dünyada büyük önem verilmiştir. Hz. Ebu Bekir, bu özel durumu sebebiyle Türk ve İran edebiyatla­rında “yâr-ı ğâr” (mağara dostu, can yoldaşı) ifadesiyle anılmıştır. [73]

Buna karşılık Şia’nın gerek eski dönem gerekse çağdaş müellifleri Ebu Bekir’in Resulullah ile yaptığı hicret yolculuğuna ve mağara ar­kadaşlığına hiç bir önem atfetmezler. Bu olayı manevi yönünden so­yutlayarak maddi bir gözle ve tamamen karalayıcı bir üslup ile de­ğerlendirmektedirler.

Şia kelamcısı Müfîd hicret yolculuğunu şöyle değerlendirmektedir: “Onun Hz. Peygamber ile birlikte ikinci ol­ması sayı durumunu bildirmekten başka bir şey değildir. Mümin yolculukta bazen salih, alim, baliğ ve kamil birinin ikincisi olabile­ceği gibi bazen de her hangi bir kafirin, fasıkın, cahilin, çocuğun ya da nakısın ikincisi olabilir. Bunda hiçbir karışıklık yoktur. Onda üs­tünlük sananlar akıllı değillerdir. Arkadaşlık müminlerin kendi ara­larında olduğu gibi bir mümin ile bir kafir arasında da olabilir. Arka­daş muttaki iyi bir insan olduğu gibi fasık biri de olabilir. Yine hayvan ve çocuk da olabilir. Bu arkadaşlığı elde etmekle övgü ya da yergiyi gerektirecek itibara ulaşılmaz. Dolayısıyla bu durum fazilet ve nok­sanlık da gerektirmez. Allah bir mümin ile bir kafirden söz eder­ken şöyle buyuruyor: 'Arkadaşı ile muhavere ederken ona şöyle dedi: Seni topraktan sonra bir nutfeden sonra seni bir kişi olarak yaratanı in­kar mı ediyorsun? Ne var ki o Allah Rabbimdir. Ben rabbime kimseyi ortak koşmam.’[74]

Bu ayet bir kişiyi iman ile bir kişiyi de küfür ve taş­kınlıkla nitelemiştir. Bunlardan her birinin diğerinin arkadaşı oldu­ğuna hükmetmiştir.” [75]

(devamı sabit yorumda)

Комментарии

Информация по комментариям в разработке