(154) 33.Mektup 31.Pencere | Şu pencere insan penceresidir ve enfüsîdir.

Описание к видео (154) 33.Mektup 31.Pencere | Şu pencere insan penceresidir ve enfüsîdir.

154 Mektubat Mecmuası 33. Mektup 31. pencere, Sayfa 377, 378, 379 (Mektubat Mecmuası Osmanlıca Orijinal Nüsha, Hayrat Neşriyat)

Demek, nasıl esmâda bir İsm-i A‘zam var. Öyle de, o esmânın nukūşunda dahi bir nakş-ı a‘zam var ki, o da insandır.

MEKTUBAT DERSLERİ Av. Ali KURT
https://youtube.com/playlist?list=PLl...

instagram : www.instagram.com/mektubatokumalari
https://www.youtube.com/watch?v=IbOND.



Otuz Birinci Pencere: لَقَدْ خَلَقْنَا الْأِنْسَانَ ف۪ٓي اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍ  وَ فِي الْأَرْضِ اٰيَاتٌ لِلْمُوقِن۪ينَ  وَ ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْاَفَلَا تُبْصِرُونَ Şu pencere, insan penceresidir ve enfüsîdir. Enfüsî cihetinde şu pencerenin tafsîlâtını binler muhakkikîn-i evliyânın mufassal kitaplarına havâle ederek, yalnız feyz-i Kur’ândan aldığımız birkaç esasa işaret ederiz. Şöyle ki: On Birinci Söz’de beyân edildiği gibi, insan öyle bir nüsha-i câmiadır ki, Cenâb-ı Hakk bütün esmâsını, insanın nefsi ile insana ihsâs ediyor. Tafsîlâtını başka Sözler’e havâle edip, yalnız “üç nokta”yı göstereceğiz.

Birinci Nokta: İnsan üç cihetle esmâ-yı İlâhiyeye bir aynadır. Birinci Vecih: Gecede zulmet, nasıl nûru gösterir. Öyle de insan, zaaf ve acziyle, fakr ve hâcâtıyla, naks ve kusuruyla bir Kadîr-i Zülcelâl’in kudretini, kuvvetini, gınâsını, rahmetini bildiriyor ve hâkezâ. Pek çok evsâf-ı İlâhiyeye bu sûretle aynadârlık ediyor. Hatta hadsiz aczinde, nihâyetsiz zaafında hadsiz a‘dâsına karşı bir nokta-i istinâd aramakla, vicdan dâimâ Vâcibü’l-Vücûd’a bakar. Hem nihâyetsiz fakrında, nihâyetsiz hâcâtı içinde, nihâyetsiz maksadlara karşı bir nokta-i istimdâd aramaya mecbûr olduğundan, vicdan dâimâ o noktadan bir Ganiyy-i Rahîm’in dergâhına dayanır, duâ ile el açar. Demek her vicdanda şu nokta-i istinâd ve nokta-i istimdâd cihe­tinde iki küçük pencere, Kadîr-i Rahîm’in bârigâh-ı rahmetine açılır. Her vakit onun ile bakabilir.

SAYFA 378
İkinci Vecih aynadârlık ise: İnsana verilen numûneler nev‘inden cüz’î ilim, kudret, basar, sem‘, mâlikiyet, hâkimiyet gibi cüz’iyât ile, kâinât mâlikinin ilmine ve kudretine, sem‘ ve basarına, hâkimiyet ve rubûbiyetine aynadârlık eder. Onları anlar, bildirir. Meselâ, “Ben nasıl bu evi yaptım ve yapmasını biliyorum ve görüyorum ve onun mâlikiyim ve idare ediyorum. Öyle de, şu koca kâinât sarayının bir ustası var. O usta onu bilir, görür, yapar, idare eder” ve hâkezâ.

Üçüncü Vecih aynadârlık ise: İnsan, üstünde nakışları görünen esmâ-yı İlâhiyeye aynadârlık eder. Otuz İkinci Söz’ün Üçüncü Mevkıf'ının başında bir nebze îzâh edilen, insanın mâhiyet-i câmiasında nakışları zâhir olan yetmişten ziyâde esmâ vardır. Meselâ, yaradılışından Sâni‘, Hâlık ismini; ve hüsn-ü takvîminden Rahmân ve Rahîm isimlerini; ve hüsn-ü terbiyesinden Kerîm, Latîf isimlerini ve hâkezâ, bütün a‘zâ ve âlâtı ile, cihâzât ve cevârihiyle, letâif ve ma‘neviyâtıyla, havâs ve hissiyâtıyla ayrı ayrı esmânın, ayrı ayrı nakışlarını gösteriyor. Demek, nasıl esmâda bir İsm-i A‘zam var. Öyle de, o esmânın nukūşunda dahi bir nakş-ı a‘zam var ki, o da insandır. Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimâli var.

İkinci Nokta: Mühim bir sırr-ı ehadiyete işaret eder. Şöyle ki: İnsanın nasıl ruhu bütün cesedine öyle bir münâsebeti var ki, bütün a‘zâsını ve eczâsını birbirine yardım ettirir. Yani irâde-i İlâhiye cilvesi olan evâmir-i tekvîniyeye ve o emirden vücûd-u hâricî giydirilmiş bir kānûn-u emrî ve latîfe-i Rab­bâniye olan ruh, onların idaresinde, onların ma‘nevî seslerini hissetmesinde ve hâcâtlarını görmesinde birbirine mâni‘ olmaz. Ruhu şaşırtmaz. Ruha nisbeten uzak-yakın bir hükmünde, birbirine perde olmaz. İsterse, çoğunu birinin imdâdına yetiştirir. İsterse, bedenin her cüz’üyle bilebilir, hissedebilir, idare edebilir. Hatta çok nûrâniyet kesb etmiş ise, her bir cüz’üyle görebilir ve işitebilir. Öyle de, وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْأَعْلٰي Cenâb-ı Hakk’ın madem onun bir kānûn-u emri olan ruh, küçük bir âlem olan insan cisminde ve a‘zâsında bu vaz‘iyeti gösteriyor. Elbette âlem-i ekber olan kâinâtta o Zât-ı Vâcibü’l-Vücûd’un irâde-i külliyesine ve kudret-i mutlakasına, hadsiz fiiller, hadsiz sadâlar, hadsiz duâlar, hadsiz işler, hiçbir cihette

SAYFA 379
ona ağır gelmez. Birbirine mâni‘ olmaz. O Hâlik-ı Zül­celâl’i meşgul etmez, şaşırtmaz. Bütününü birden görür. Bütün sesleri birden işitir. Yakın uzak birdir. İsterse, bütününü birinin imdâdına gönderir. Her şeyle her şeyi görebilir, seslerini işitebilir. Ve her şey ile her şeyi bilir ve hâkezâ. Üçüncü Nokta: Hayatın pek mühim bir mâhiyeti ve ehemmiyetli bir vazîfesi var. Fakat o bahis, Hayat Penceresi'nde ve Yirminci Mektub’un Sekizinci Kelime'sinde tafsîli geç­tiğinden ona havâle edip, yalnız bunu ihtâr ederiz ki: Hayatta hissiyât sûretinde kaynayan memzûc nakışlar, pek çok esmâ ve şuûnât-ı zâtiyeye işaret eder. Gayet parlak bir sûrette Hayy-ı Kayyûm’un şuûnât-ı zâtiyesine aynadârlık eder. Şu sırrın îzâhı, Allah’ı tanımayanlara ve daha tam tasdîk etmeyenlere karşı zamanı olmadığından kapıyı kapıyoruz.

Комментарии

Информация по комментариям в разработке