Datça’dan yaklaşık 4 saat uzaklıktaki Bafa Gölü’ne doğru yola çıktık ve Muğla’nın Milas ilçesine bağlı olan Kapıkırı Köyüne vardık. Bir köy düşünün ki antik kent üzerine kurulmuş, tarih, doğa ve köy yaşamı iç içe geçmiş, içinde benzersiz jeolojik yapısıyla başkalaşmış kayaçları, mağaraları, her yerde zeytin ağaçları, kaya mezarları, eşine nadir rastlanır duvar işçiliği ile örülmüş Helenistik duvarları ve büyülü bir havası var. Açıkçası giderken bu kadar büyüleneceğimiz bir yer olduğunu bilmiyorduk. Çünkü oraya gitmeden, görmeden, kayalara dokunmadan, havasını solumadan anlaması, hissetmesi zor bir yer.
Latmos, Dağları eteğinde ve Bafa Gölü kıyısında yer alan Heraklia, günümüzdeki adıyla Kapıkırı Köyü’ne girdiğimiz andan itibaren başka bir gezegene giriyormuş gibi hissettim. Sanırım bu hissi uyandıran şey, köyün etrafını saran 500 milyon yıllık kayalıkların düzensiz biçimli, pürüzsüz görüntüsüydü.
Köyün girişinde yer alan Latmia Pansiyon ve Restoranın sahipleri bizi oldukça sıcak karşıladılar. Aile işletmesi olan bu mekan, makul fiyatlarla leziz yemekler yemek ve konaklamak için uygun bir yerdi.
Ertesi gün sabah saatlerinde köyün sokaklarında dolaşmaya başladık. İçinde Athena Tapınağının da olduğu Agoraya vardığımızda, eskiden okul olan binanın şimdilerde Kazı evi olarak kullanıldığını gördük. Burada bizi el işi bandalar, tülbentler ve takılar satan bir kadın karşıladı.
Heraklia, bugünkü adıyla Kapıkırı, doğal ve tarihi güzellikleriyle bilinen bir köy. Tipik bir Karia kenti olan Heraklia, adını köyün bulunduğu yerde yaşadığı düşünülen Yunan mitolojisinin kahramanı Herakles’ten almış.
Tanrıça Athena’ya adanmış olan Athena Tapınağı ise MÖ 3. Yüzyılda yerel gynas taşından yapılmış. Antik çağda kent arşivi olarak da kullanılan tapınağın beyaz sıvalı duvarları hala dimdik ayakta.
Bafa Gölü kıyısına doğru yürümeye başladık. Burada bizi renkli bir helikopter karşıladı. Bu helikopter, geçtiğimiz haziran ayında Didim’de çıkan bir yangını söndürmek için gölden su almak isterken, yaşanan bir arıza sonucunda göle düşmüş. İçindeki üç görevli kurtarıldıktan sonra helikopter de kıyıya çekilmiş ve ilginç bir görüntü oluşturmuş.
Yarısı Aydın yarısı da Muğla sınırları içinde olan Bafa Gölü, Helenistik dönem Herakliası’nda Ege deniziymiş. Büyük Menderes’in alüvyonlarla denizi doldurması nedeniyle pek çok antik kentin denizle bağlantısı kesilmiş ve Bafa gölü de içeride bir göl olmuş. Bu nedenle gölün suyu hala tuzlu ve rakımı da deniz seviyesine çok yakın.
Köy yaşamı ile antik kentin birlikte ilerlediği sokakları adımlamaya devam ediyoruz.
Kentin kuzey doğusunda yer alan Antik tiyatro, Geç Helenistik veya Erken Roma dönemine ait. Burada MÖ 2. Yüzyılda doğal kayaların kesilmesiyle inşa edilmiş olan oturma sıralarının üzerine oturarak soluklanabilir, dikdörtgen yapıdaki sahneyi izleyebilirsiniz.
Kayalık bir arazi üzerine kurulan antik kentin etrafı 65 kule ile takviye edilen 6.5 kilometre uzunluğunda sur ile çevrilmiş. Surun etrafında dolaşırken antik kaya mezarları ile karşılaşıyoruz. Geniş bir alana yayılmış, kayalara oyulmuş dikdörtgen biçimli bu antik dönem mezarların üzeri gynas levhalarla örtülmüş. Kayalık patikalardan gölün manzarasını izleyerek yerleşim yerine geri dönüyoruz.
Köyün içinde yürürken ağır bir tezek kokusu alacaksınız çünkü süt üretimi de buranın başlıca gelir kaynaklarından biri. Kapıkırı halkı günümüzde tarım, hayvancılık ve turizmle geçimini sağlıyor. Özellikle kadınlar için turizm önemli bir gelir kaynağı olmuş. Serpil de bu kadınlardan biriydi ve onunla birlikte buradaki kadınların günlük yaşamı üzerine biraz sohbet ettik.
Bu doğal, tarihi güzellikleri bir arada görüp gezerken bir yandan da Latmos dağlarında hızla çoğalan maden ocaklarının varlığını düşünmeden edemiyoruz. Çünkü bu maden ocakları Bafa Gölü’nde ve çevresinde yaşayan canlıları, havayı, bitki örtüsünü tehdit ediyor. Çeşitli çevre örgütleri ve yaşam savunucuları bölgedeki taş ocaklarının sınırlandırılması ve bölgenin korunması için mücadele ediyor. Umarız bu mücadele başarılı olur ve bölge koruma altına alınır.
Информация по комментариям в разработке