Arkadaşlar Selamunaleykum! Hiç düşündük mü? Ümmi (okuma yazma bilmeyen) Hz. Peygambere (as) ve Onun nezdinde bizlere de emredilen ilk ayetlerdeki “Oku!” emrinden kasıt nedir? Okuma-yazma bilmek midir? Mesela, Hz. Peygamber (as) bu emre muhatap olur olmaz okuma - yazma öğrenmeye mi başlamıştır? Değilse, “Oku!” emrinden aldığı ders nedir? Yani Hz. Muhammed (as)aslında neyi “OKU”du? İşte tüm bu soruların cevabını bulmak için “ikra” ile başlayan bu ayeti ve devamını iyi anlamak gerekiyor.
Hz. Peygamber (as), inzivaya çekilmeyi âdet edindiği Hira mağarasında iken, Ramazan ayının 27. gecesi tan yerinin ağarmaya başlamasından az önce ufukta nurdan bir şekil görmüş; o zamana kadar hiç karşılaşmadığı bu nurânî varlığın (Cebrail) kendisine seslendiğini duymuştur.
Hz. Peygamber (as) olayı şöyle anlatır: "Melek bana okumamı emretti. Kendisine okuma bilmediğimi söyledim. Beni kollarının arasına alıp kuvvetle sıktı; sonra 'Oku!' dedi. Ben yine, 'Okuma bilmem.' dedim. Beni tekrar kollarının arasına aldı, kuvvetle sıktı ve 'Oku!' diye tekrar etti. Ben yine 'Okuma bilmem.' dedim. Üçüncü defa kollarının arasına alıp daha kuvvetlice sıktıktan sonra bıraktı ve şöyle dedi:
'Yaratan rabbinin adıyla oku; O, insanı alaktan (asılıp tutunan zigottan) yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, kalemle (yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediklerini öğretmiştir.” (Buhârî, Bed'ü'I-vahy, 3; Müslim, İmân, 252)
Öncelikle ifade edelim ki, Peygamberimiz (as), ilk defa böyle bir olayla karşılaşıyor. Gecenin karanlığında garip bir şahıs ortaya çıkıyor ve “oku” diyor. Böyle bir durumda okuma yazması olmayan Peygamberimizin “Ben okumayı bilmem.” demesinden daha tabii ne olabilir ki!
Arkadaşlar öncelikle “OKU” hitabı geldiğinde, Hz. Muhammed (as)’ın eline yazılı bir metin verilmiş miydi? Elbette ki hayır! Eline yazılı bir metin verilmediğine göre; “OKU” uyarısıyla Allâh Rasûlü (as)’ın neyi “OKU”ması istenmişti acaba?
“OKUMAK” kelime olarak iki anlam taşır... Birincisi, “bakmaya” dayalı bir biçimde baktığı şeyin ne olduğunu anlamak yani klasik okumak... İkincisi, “görmeye” dayalı bir biçimde baktığı şeyi “değerlendirmek”!
“Bakmak” ayrı şeydir; “görmek” ayrı şeydir! Herkes “bakar”, ama bazıları “görür”! İşte basîret budur! Yani görmekten murat, gördüğünün anlamını çözüp onu değerlendirmektir...
Bir şeyi dinleyebilirsiniz, ama o dinlediğiniz şeyi anlayıp değerlendirebilmek güçlü bir akıl, mantık ve muhakeme kuvveti ister...
Konuyu bir misalle açıklamaya çalışalım... Maç spikerleri veya spor yorumcuları genellikle teknik direktörleri değerlendirirken şu husus üzerinde dururlar... “Basîretsiz teknik adam maçı okuyamıyor!” ya da “maçın birinci devresini çok iyi okudu, buna göre verdiği taktikle takım ikinci devre çok iyi oynadı!”
Demek ki, “OKUMAK”, yazılı bir metni çözmenin ötesinde, bir diğer anlamıyla, seyrettiğimiz şeyin nereden, neden, nasıl gelip, hangi hedefe yönelik akış içinde olduğunu kavramaktır! Yani, “OKU” hitabıyla, Allâh Rasûlü olarak Hz. Muhammed (as)’ın, ALLÂH’ın yaratmış olduğu düzeni ve sistemi okuması istenmiştir!
Aslında “OKU” istemi Hz. Muhammed (as)’ın şahsında, tüm ümmetine yapılan bir hitaptır; yani Hz. Muhammed’e inanan herkesin “okuması” istenmektedir! Bu takdirde de, tüm inananlar, Allah’ın yaratmış olduğu yaşam sistemini, Allah düzenini“okumakla” görevlidirler!
Diğer yandan bu ilk vahiyde yazılı metin olmadığına göre “oku” emri muhatabın kendisine okunacak ayetlerin ezberlenmesine yönelik de bir emir olabilir.
Yani, Peygamberimiz kendisine inen her ayeti anında vahiy katipleri vasıtasıyla yazıya geçirmiş, kendisi de derhal ezberlemiş ve arkadaşlarına da ezberletmiştir.
Diğer bir manası da, bu ayetler, Hz. Peygamber (asm)'e ve onun şahsında tüm Müslümanlara okumayı emretmiş, onları kalemle yazmaya ve ilimde gelişip yetkinleşmeye teşvik etmiştir.
Kuşku yok ki yaratanı tanımak, bilimin de dinin de temelini teşkil eder. Bu sebeple "Yaratan rabbinin adıyla oku." buyrularak, Hz. Peygamber (as)'in okuma faaliyetine veya herhangi bir işe, başka varlıkların adıyla değil, Yaratan Rabbinin adıyla başlaması ve O'ndan yardım istemesi emredilmiştir.
İşte Hz. Peygamber (as) ayeti tam da bu manalarda okumuş; o andan sonra her anı ve her şeyi “Rabbinin adıyla” okuma gayretiyle yoğrulmuştu. Öyle ki, Alman şair Rilke'nin deyimiyle, “meleklerin bile hayran kaldığı” bir okumaydı bu. O, ümmi bir peygamberdi, okuma yazma bilmiyordu. Ama kâinat kitabını, fıtrat kitabını ve Kur'an'ı en güzel o okumuştu.
Информация по комментариям в разработке