AHMED ARİF "Öldüresiye dövüp çöpe attılar beni ve köpeklerin parçalamasını beklediler"

Описание к видео AHMED ARİF "Öldüresiye dövüp çöpe attılar beni ve köpeklerin parçalamasını beklediler"

Bu hikaye Hasretinden eskittiği prangaları yıllarca kendine yol eden, yollarını saygı duyduğu şiirlerine adayan, Her kültüre bulanmış, ülkesini, memleketini, sevgiyi savunan şiirler yazan, Yandıklarıyla, sevdikleriyle, vazgeçtikleriyle nice dağlar aşan, Yaşadığı döneme, duruşuyla, eylemleriyle, aykırılığı ile damga vuran sürekli kavgaya karışıp hırpalanan, 4 5 yaşlarında kardeşiinin kulağına ezan okuyup adını koyan, günde 4 paket sigara içen, Yılmaz Güneyin en ağır suçlarla yargılandığı zaman onu hapiste ziyaret edebilecek cesareti olan, hasretinden prangalar eskittim" diyerek uc kelimeyle dunyalari ozetleyen, üşüyorum kapama gozlerini diyerek aşkını en duru şekilde anlatan, şiirleri el altından tüm memleketi dolaşırken,her kesimden insanın elinde gizliden gizliye okunurken, ömrü işkencelerle geçen, dayak atılıp çöplükte ölüme terkedilen tek bir kitapla canımıza okuyan siire arif olmus bir adamın hikayesi...
Ahmed Arif’in hayranlık duyduğu birçok şair vardı: Nazım Hikmet, Cemal Süreya, Orhan Veli, Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Külebi, Ahmet Muhip Dıranas, Behçet Necatigil… Yine de özellikle Cemal Süreya ve Nazım Hikmet onun için bambaşkaydı. İşte ilk yıllarda hepsinden aldığı feyzle şiirlerini yazıyordu. Onların şiirlerinden besleniyor, düşüyor, kalkıyor; ama illa kaliteli şiirler çıkarıyordu ortaya. Cemal Süreya için “Ama sen ki benim yarı parçamsın. Suyun ötesindeki parçamsın!” diyordu. Nazım Hikmet içinse, “Bir Nazım sarhoşuyum. Ezbere canımı verebilirim” diye anlatıyordu duyduğu sevgisini. Cahit Külebi’den söz ederken de, “Onun ben “Pembe Mantolu Kıza” şiirini okurken sarhoş olurdum. Kendimden geçerdim” diyordu. Ahmed, özellikle lise sıralarında, gençlik döneminde ne çok şiir yazmıştı. Ancak hepsi elinden uçup gitmişti. Defterler dolusuydu halbuki. Gecede en az 8-10 sayfa yazıyordu. “Her biri bir kızda kaldı” diye açıklıyordu bu dönemi. “Birçoğu da poliste… Feri alamadım, vermiyorlar”. Zamanla şiirlerini bekletmeyi öğrendi. Mesela yirmi yıldır hiç dokunmadığı şiirinden bahsedecekti. “Öylece kalsın” diyordu; “Damıtılsın”. Kesin bir yere takılmıştı çünkü, öyle düşünüyordu. Mutlaka oraya layık, yakışan bir bölüm oluncaya kadar beklemeliydi. “Çünkü başı sonu iyi, arada bir yer sıradan, esnaf işi olmasın. Ben, buna çok saygı duyarım” diye açıklıyordu bunun sebebini. Hem sonra örnek veriyordu, “Ay Karanlık” adını verdiği şiirinde, "Maviye Maviye çalar gözlerin… “Bu iki mısra var ya, belki bir on yıl değil, daha fazla, çok daha fazla bekledi.” Yıllarca şiiri nasıl bitireceğini düşündükten sonra zamanı geldi dedi ve o son 4 kelimeyi de yazdı Leyla’sına.

Комментарии

Информация по комментариям в разработке