Yaşamak zor zanaat. Bir yandan da o kadar abartmamak gerek, gelişine vurup geçmek fena fikir değil aslında. Ama işte soruyoruz, sorguluyoruz. Kendimizi ve çevremizi anlamaya çalışıyoruz hiç durmadan. İnsanın o kadar da karmaşık bir makine olmadığını düşündüğümüz zamanlar da oluyor, içinden çıkılmaz bir bulmaca gibi algıladığımız anlar da. Sizi bilmem ama ben belki de psikoloji eğitimi aldığım için sorgulayanların safında yer aldım hep. Kendimi de çevremi de anlamaya çalıştım. Edebiyatta karşılığını buldum çoğunlukla sorularımın ama bazı kurgu dışı kitaplar var ki, özellikle psikoloji ve psikiyatri alanındaki bazı kitaplar, dünyayı sunuyorlarmış gibi gelmiştir bana. İnsan Olmak onlardan biri işte. Adıyla bile kendine doğru hızla çekiyor insanı değil mi? İnsan Olmak. Seni anlatıyorum gel diyor, gel yakınıma. Biz’i anlatıyorum. Gel, yaşamak denilen bu olağanüstü zanaatın, hani Nazım Hikmet’in sözcükleriyle ‘bir ağaç gibi tek ve hür bir orman gibi kardeşçesine’ yaşamanın nasıl bir şey olduğundan konuşalım, diyor. Engin Geçtan diyor hem de. Türkiye’de psikiyatrinin en seçkin isimlerinden biri olarak kabul edilen, hem bu alandaki kitaplarıyla hem de romanlarıyla geniş bir okur kitlesine ulaşmayı başarmış biri. Ay şimdi karşımda Engin Hoca duruyormuş gibi utandım, başarmak kelimesini kullandığımı duysa, kesin tatlı bir itirazda bulunurdu, düzeltiyorum: okur kitlesine ulaşmış biri. Engin Hoca diyorum, çünkü ondan üniversitede bir ders aldım, sadece bir ders, özel bir yakınlığım da olmadı. Keşke olsaydı! Hatta keşke onun divanına uzanmak da nasip olsaydı. Boğaziçi Üniversitesi’nin Fen Edebiyat Fakültesi binasının küçük bir dersliğinde bize anlattığı insan hikâyelerini hatırlıyorum en çok. "İnsan Olmak"ı henüz okumamıştım. Sonra kitaplarını okumaya başladığımda da fark ettim ki, o hep hikâyelerle besliyor insan gerçeğini, bazen kendi yaşadıklarıyla bazen mesleğin önemli isimlerinin bazen de sıradan ya da ünlü insanların anektotlarıyla zenginleştiriyor anlattıklarını. Hiç sıkılmıyordu insan onu dinlerken, okurken de akıp gidiyor zaman, en zor konuları tartışırken bile.
Yine aldım başımı gittim değil mi? Halbuki onu benden çok daha iyi tanıyan bir konuğum var. Lafı ona bıraksam çok daha doğru olacak. Engin Geçtan’ın bir meslektaşı, dostu, aynı zamanda Açık Radyo’da yaptıkları Dünya Hali programında ortağı olan Profesör Dr. Timuçin Oral’la konuşuyoruz "İnsan Olmak"ı ve hocayı.
“Aslında herkesin çocukluk döneminde bir şeyler aksar. Ama insan, duyguların dürüstçe yaşanabildiği bir çevrede yetişmişse olumlu duygular gibi olumsuz duygularını da açıkça yaşamayı öğrenebilir, dolayısıyla kendine fazla yabancılaşmaz. Eğer insanlar olumsuz duyguların evrensel olduğunu, reddedilme kaygılarının herkes tarafından yaşanmakta olduğunu ve bunun yalnızca yoğunluk derecesinin önemli olduğunu bilebilselerdi, bu tür duyguların üzerini fazlaca kapatmaz ve gereksiz bir suçluluğu da yaşamazlardı. Ne var ki, çoğu insan böyle duyguları yalnız kendisinin yaşadığı sanısındadır. Öyle ki, bazen birbirini yeni tanıyan iki insan reddedilme kaygıları sonucu birbirlerine yaklaşamazlar; her biri diğerinin kendisini kabul etmeyeceğini düşünür ve aslında gelişebilecek bir ilişki bu nedenle başlatılamaz. O reddetmeden ben reddedeyim kaygısı sonucu yalnız kalan insanların sayısı o kadar çoktur ki!
İnsanları sevebilmek, onlarla baş edebilecek yöntemleri geliştirebilmeyi gerektirir. Bununla kastedilen, karşımızda düşmanlar varmışçasına geliştirilecek savunma yöntemleri değil, kendimizi dürüst ve açık bir biçimde yaşayabilme yürekliliğini gösterebilmektir. Sinsice yaşanan duygular, insanların bize, bizim de onlara ulaşabilmemizi engeller. Çünkü onlar gerçek bizi değil, gösterdiğimiz yanlarımızı kabul ederler. Sonunda, kabul edilen gerçek benliğimiz olmadığından, kendimizi de kabul edilmiş hissetmeyiz!”
#denizyücebaşarır #benokurum #engingeçtan #insanolmak #timuçinoral #metis
Информация по комментариям в разработке