Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu - Stefan Zweig // konuk Alper Hasanoğlu // Deniz Yüce Başarır

Описание к видео Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu - Stefan Zweig // konuk Alper Hasanoğlu // Deniz Yüce Başarır

2012 yılında, ölümünün ardından 70 yıl geçtikten sonra, eserleri üzerindeki yasal telif hakkı düşünce, ülkemiz okuru tarafından yeniden keşfedilen, yayınevlerinin vazgeçilmezi, çok satan listelerinin müdavimi Stefan Zweig var bu kez gündemimizde. Aslında bu dönemde tüm dünyada yeniden yükselişe geçiyor, toprağı bol olsun! Konuşacağımız satırlar da onun çok sevilen "novella"larından birinden: Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu.
13 yaşında genç kızlığın daha ilk durağındayken, karşılarındaki daireye taşınan ünlü bir yazara duyduğu tutkuyu ömrü boyunca sürdürmüş bir aşık, son dakikalarında sevdiği adama hayatını anlatmaya ve ona olan aşkını itiraf etmeye karar vererek, bir mektup kaleme alır. Novella'nın başında mektup yazarımıza ulaşmıştır, biz de onunla birlikte okumaya başlarız. Adam, kadının hiç farkına varmamıştır, ne küçük bir genç kız olarak komşusuyken, ne üç-dört günlük maceraları sırasında, ne de yıllar sonra bir gecelik bir ilişki yaşadıklarında. Bu üç kadının aynı kişi olduğunu bile anlamamış, onu hiç tanımamıştır. Kadın ise aşkından hiç vazgeçmemiş, tutkusunu, tabiri caizse, ‘dibine kadar’ yaşamıştır.
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu da Zweig’ın tüm eserlerinde ön planda olan psikolojik derinlikten, tüm detayları ve ruh hallerini en ince ayrıntısına kadar anlatma yetisinden alıyor gücünü. Stefan Zweig, aralarındaki 25 yaş farka rağmen Sigmund Freud’un (nerdeyse baba-oğul olabilirlermiş) dönemdaşlarından. Birbirlerini tanıyorlar, yazışıyorlar, görüşüyorlar. Bu ilişkinin biraz geçmişine dönecek olursak: Freud’un 1899 yılında yayımladığı kitabı "Rüyaların Yorumu" ve psikanaliz tekniği, edebiyatçıların dünyasında sanki bir çığır açıyor. Önce Viyana, sonra Almanca konuşulan diğer edebiyat çevreleri ve 1920’lerde de tüm Avrupa ve ardından Amerika psikanalize karşı boş değil. Freud da edebiyattan besleniyor ve bunu söylemekten de nerdeyse haz alıyor. O da iyi yazıyor, kabul edelim ki…. Zweig ise psikanalizi bir devrim olarak görüyor. Ve edebiyatını, hatta biyografilerini de hep psikoljik analizlere dayandırıyor, hep insan tutkularına, zaaflarına, hezeyanlarına odaklanıyor. Eh o zaman Zweig’ı ve aşkı obsesyon haline getiren bir kadının hikayesi olan Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’nu bir psikiyatrist ile konuşmak uygun düşer dedim. Bir de bu psikiyatrist Alman ekolünden olursa, sohbet tadından yenmez diye düşündüm ve sevgili Alper Hasanoğlu’nu davet ettim mikrofon başına.

1881 doğumlu Stefan Zweig öyle bir dönemde yaşıyor ki, iki dünya savaşını da görüyor. Birincisinde Viyana’daki savaş arşivinde görev alıyor. Önceleri savaşa daha olumlu hatta coşkuyla yaklaşan yazar, sonraki yıllarda tam bir barışsever haline geliyor. Avrupa’nın bütünlüğünden yana o, bu kıtayı yek vücut olarak görmek istiyor. Bu fikir ve onun sonsuz hümanizmi, öz yaşam öyküsünde, günlüklerinde, mektuplarında sık sık karşımıza çıkıyor. Viyana Üniversitesi’nde Felsefe ve Edebiyat Bilimleri okuyan, daha öğrencilik yıllarında ilk şiir kitabını yayımlayan, çeviri ve makalelerle sürdürdüğü yazı hayatına "novella"ları, gezi ve biyografı kitaplarıyla devam eden Zweig’ın Almanya ve Avusturya’da ilk çok satan kitabı da "Yıldızların Parladığı Anlar". Onun edebiyatını modern, cesur, özgün ve hesapçılıktan uzak olarak niteleyenler olduğu gibi, zaman zaman aynı sıfatı arka arkaya iki cümlede kullanmaktan çekinmediği için detaylı anlatımının matematiğini eksik bulanlar da var. Ama kimse psikolojiyle olan sıkı fıkı ilişkisini inkâr edemez herhalde.

#denizyücebaşarır #benokurum #stefanzweig #bilinmeyenbirkadınınmektubu #alperhasanoğlu #işbankasıkültüryayınları

Комментарии

Информация по комментариям в разработке