(6) 6.Söz, Sh 11 | Nefis ve malını Allah’a satmak, kârlı bir ticaret ve şerefli bir rütbedir

Описание к видео (6) 6.Söz, Sh 11 | Nefis ve malını Allah’a satmak, kârlı bir ticaret ve şerefli bir rütbedir

Sözler, 6. Söz, sayfa 11, 12, 13, 14 (Hayrat Neşriyat Osmanlıca Orjinal Nüsha)
Mektubat sohbetleri aşağıdaki linkte
   / @av.alikurtilemektubatdersleri  

ALTINCI SÖZ

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ٭ اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰي مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ

Nefis ve malını Cenâb-ı Hakk’a satmak; ve ona abd olmak ve asker olmak, ne kadar kârlı bir ticaret, ne kadar şerefli bir rütbe olduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciği dinle: Bir zaman bir padişah raiyetinden iki adama, her birisine emâneten birer çiftlik verir ki, içinde fabrika, makine, at, silâh gibi her şey var. Fakat fırtınalı bir muhârebe zamanı olduğundan hiçbir şey kararında kalmaz. Ya mahvolur. Veya tebeddül eder, gider. Padişah o iki nefere kemâl-i merhametinden bir yâver-i ekremini gönderdi. Gayet merhametkâr bir ferman ile onlara diyordu: “Elinizde olan emânetimi bana satınız. Tâ sizin için muhâfaza edeyim. Beyhûde zâyi‘ olmasın. Hem muhârebe bittikten sonra size daha güzel bir sûrette iâde edeceğim. Hem güya o emânet malınızdır. Pek büyük bir fiyat size vereceğim. Hem o makine ve fabrikadaki âletler, benim nâmımla ve benim tezgâhımda işlettirilecek. Hem fiyatı, hem ücretleri birden bine yükselecek. Bütün o kârı size vereceğim. Hem de siz âciz ve fakirsiniz. O koca işlerin masârıfâtını tedârik edemezsiniz. Bütün masârıfâtı ve levâzımâtı ben deruhdeederim. Bütün vâridâtı ve menfaati size vereceğim. Hem de terhîsât zamanına kadar elinizde bırakacağım. İşte beş mertebe kâr içinde kâr! Eğer bana satmazsanız, zaten görüyorsunuz ki, hiç kimse elindekini muhâfaza edemiyor. Herkes gibi elinizden çıkacaktır. Hem beyhûde gidecek, hem o yüksek fiyattan mahrum kalacaksınız. Hem o nâzik, kıymetdar âletler,

SAYFA 12
mîzânlar, isti‘mâl edilecek şâhâne ma‘denler ve işler bulmadığından, bütün bütün kıymetten düşecekler. Hem idare ve muhâfaza zahmeti ve külfeti başınıza kalacak. Hem emânette hıyânet cezâsını göreceksiniz. İşte beş derece hasâret içinde hasâret! Hem de bana satmak ise, bana asker olup benim nâmımla tasarruf etmek demektir. Âdî bir esîr ve başıbozuğa bedel, âlî bir padişahın hâs, serbest bir yâver-i askeri olursunuz.”

Onlar şu iltifâtı ve fermanı dinledikten sonra, o iki adamdan aklı başında olanı dedi: “Baş üstüne! Ben maal-iftihâr satarım. Hem bin teşekkür ederim.” Diğeri mağrur, nefsi firavunlaşmış, hodbîn, ayyaş, güya ebedî o çiftlikte kalacak gibi dünya zelzelelerinden, dağdağalarından haberi yok, dedi: “Yok, padişah kimdir? Ben mülkümü satmam. Keyfimi bozmam.” Biraz zaman sonra birinci adam, öyle bir mertebeye çıktı ki, herkes hâline gıbta ederdi. Padişahın lütfuna mazhar olmuş, hâs sarayında saadetle yaşıyor. Diğeri öyle bir hâle giriftâr olmuş ki, hem herkes ona acıyor, hem de “Müstehak!” diyor. Çünkü hem saadeti, mülkü, hatasının neticesi olarak gitmiş. Hem cezâ ve azab çekiyor.

İşte ey nefs-i pür-heves! Şu misâlin dürbünü ile hakîkatin yüzüne bak. Ama o padişah ise, ezel ebed sultanı olan Rabb’in, Hâlik’ındır. Ve o çiftlikler, makineler, âletler, mîzânlar ise, senin dâire-i hayatın içindeki mâmelekin; ve o mâmelekin içindeki cisim, ruh ve kalbin; ve onlar içindeki göz ve dil, akıl ve hayâl gibi zâhirî ve bâtınî hâsselerindir. Ve o yâver-i ekrem ise, Resûl-ü Kerîm’dir (asm). Ve o fermân-ı ahkem ise, Kur’ân-ı Hakîm’dir ki, bahsinde bulunduğumuz ticâret-i azîmeyi şu âyetle i‘lân ediyor: اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰي مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ Ve o dalgalı muhârebe meydanı ise, şu fırtınalı dünya yüzüdür ki, durmuyor, dönüyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor: “Madem her şey elimizden çıkacak. Fânî olup kaybolacak. Acaba bâkîye tebdîl edip ibkā etmek çaresi yok mu?” deyip düşünürken, birden semâvî sadâ-yı Kur’ân işitiliyor. Der: “Evet, var. Hem beş mertebe kârlı bir sûrette, güzel ve rahat bir çaresi var.” Suâl: “Nedir?”

Elcevab: Emâneti sâhib-i hakîkîsine satmak. İşte o satışta beş derece kâr içinde kâr var. Birinci Kâr: Fânî mal, bekā bulur. Çünkü Kayyûm-u Bâkî olan Zât-ı Zülcelâl’e verilen ve onun yolunda sarf edilen şu ömr-ü zâil, bâkîye inkılâb eder. Bâkî meyveler verir. O vakit ömür dakikaları, âdetâ tohumlar, çekirdekler hükmünde zâhiren fenâ bulur, çürür.

SAYFA 13
Fakat âlem-i bekāda, saadet çiçekleri açarlar ve sünbüllenirler. Ve âlem-i berzahta ziyâdâr, mûnis birer manzara olurlar.

İkinci Kâr: Cennet gibi bir fiyat veriliyor.

Üçüncü Kâr: Her a‘zâ ve hâsselerin kıymeti birden bine çıkar. Meselâ, akıl bir âlettir. Cenâb-ı Hakk’a satmayıp, belki nefis hesabına çalıştırsan, öyle meş’ûm ve müz‘ic ve muacciz bir âlet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazînânesini ve gelecek zamanın ehval-i muhavvifânesini senin bu bîçâre başına yükletecek, yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine iner. İşte bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz‘âc ve ta‘cîzinden kurtulmak için gāliben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakîkî’sine satılsa ve onun ....

Комментарии

Информация по комментариям в разработке