Yolumuz Gurbete Düştü - Loudingirra Özdemir (Tayland'ta Bir Köy Evi)

Описание к видео Yolumuz Gurbete Düştü - Loudingirra Özdemir (Tayland'ta Bir Köy Evi)

100 ÜLKEDE 100 TÜRKÜ

TANDIR EKMEĞİ ve YAPIŞKAN PİRİNÇ

1. BÖLÜM
Kaldırımların olmadığı, tek şeritli dar yollara sıfır çizgide uzanan yer yer evler, yer yer bahçe duvarları... Solumdan akan vızır vızır motosikletler ve arabalar... Bazıları daha ihtiyatlı davranıp yanımdan geçerken yavaşlıyor; bazıları korna çalıyor. Bir kadın, motosikletini kasıtlı bir şekilde üzerime sürüyor; sağa sola yalpalıyorum. Onunla burun buruna gelir gelmez, ani bir frenle duruyor; kahkaha atıp yoluna devam ediyor.

Budistler, Buda'nın doğar doğmaz yedi adım yürüyerek büyük bir mucize gösterdiğine inanırlar. Bundan hareketle, Budist öğretisinde yürümek, zihni ve kalbi arındıran bir meditasyon olarak kabul edilmesine rağmen, şehirlerde merkezî çarşılar dışında yürümek için ne alt yapı, ne de toplumun yürüyenlere karşı geliştirdiği bir anlayış vardı. Modernleşmenin iç dinamiklerle gerçekleşmediği toplumlarda bu tür çelişkiler doğal sonuçlardı.

Konaklayacağım ailenin evine doğru, karanlığa kalmamak için adımlarımı hızlandırıyorum; fakat çok geçmeden, sokak lambalarının ışığı asfalta öbek öbek düşmeye başlamıştı bile. Trafik hafiflemiş, şehre sessizlik çökmüştü. Sokak lambalarının yanmadığı az ilerideki dönemeçte, iki tane devasa silüet var. Bulunduğum yerden, alacakaranlığın da etkisiyle, korkunç şekillere bürünüyor. Attığım her adım, silüetlerdeki detayları açığa çıkıyor. İyice yaklaşıyorum: Taş kalıplı iki kolona ayrı ayrı oturtulmuş iki devasa kobra başı belirginleşiyor. Büyük bir bahçeye açılan kapısız bir girişti. Bir tapınağın bahçesi olmalıydı. Bahçenin derinliklerinden fırlayan karartılar yola üşüştü. Bir motosiklet, havayı sarsıp büyük bir gürültüyle solumdan geçti. Sonra şehre tekrar sessizlik çöktü. Cesaretim kırılmıştı. Duraksadım. Birkaç yüz metre geride, boş bir arsa vardı. Biraz dinlenmek üzere, oraya gerisin geri döndüm. Demin boş olan arsaya, şimdi onlarca masa ve sandalye atılmış, bir seyyar satıcı kadın, ocağını kurmuştu.
"Oturabilir miyim?" diye sordum.
"Sipariş vermen gerekiyor." dedi.
"Aç değilim. Biraz oturup yoluma devam edeceğim." dedim.
"Üzgünüm oturamazsın." dedi.
"Tamam." dedim zorlama bir doğallıkla. Oradan ayrıldım. Kadının tuhaf bakışları üzerimde geziniyordu.
Yarattığımız insan ile doğal insan, neden bu denli birbirine uzaktı?

Cesaretimi toplayıp yoluma devam ettim. Akşamın alacakaranlığı, gecenin karanlığına evrildikçe, bahçelerin duvarları ardında soluyan ışıklar, asfalta taşıyordu. Yoldan tek bir araç bile geçmiyordu artık. Zaman zaman evlerden gelen insan sesleri, adımlarımın ritmine karışıyordu. Şimdi bu evlerde, insanlar, büyüklerinden kalma eşyalar ve armağanlar arasında yaşıyorlardır. Duvarlarda, döşemelerde, mobilyalarda aidiyet duygularını besleyen anılar saklıdır. Sokağa şayet çıkarlarsa, adımları yabancılık çekmeden onları gitmek istedikleri yere doğrudan götürecektir.

İç dünyama gömülüyorum.
"Aylaklık ne zamandan beri gezginlik oldu!"
Fransa'da iki yıl önce evinde iki üç gece konuk olduğum bir köylü kadın, şehirden köye kadar yürüdüğümü öğrendiğinde, kızına dönüp bunu söylemişti. Bir hafta önce ise, gönderdiği bir mesajda hal hatır soruyordu.
"Hâlâ aylak aylak dolaşıyorum." diye yazdım.
Ekranı gülücük emojilerine boğdu.

Değişen bir şey yoktu. İşte, iki yıl sonra, bambaşka bir gökyüzü altında, dehliz kılıklı bir caddede, hâlâ aylak aylak yürüyorum. Biliyorum, telefonuma sarılıp birilerini arayacak olsam, boğazımdan yalnızca birkaç karşılıksız sözcük dökülecek. Kıtalar arası paramparça olmuş bir aylakla empati kurabilecek kaç kişi kalmıştı geride? Yakınmaya hakkım yok. Özgür olmayı kendim seçtim. Özgürlük denen bir şey varsa, yakıtı yalnızlık olmalıydı.

Adımlarımı daha da hızlandırdım. Yarım saat kadar sonra, geceyi geçireceğim ailenin evine varmıştım. İki katlı, tamamı ahşap olan sevimli ev, geniş ve çimli bir bahçeyle çevrelenmişti. Dusit beni karşıladı. Eşi Gamon ve oğlu Kiet ile tanıştırdıktan sonra, aç olup olmadığımı sordu. Noodle ikram ettikten sonra odamı gösterdi. Tertemiz, beyaz bir çarşafla örtülü yatağın üzerine, özenle katlanmış duş havlusu; banyoda ise, kullanmam için şampuan ve diş macunu bırakılmıştı. On iki saat süren üçüncü mevki tren yolculuğu ve sokaklarda geçen koca bir günün ardından tüm bunlar, nasıl da iyi gelmişti. Deliksiz bir uykuya daldım.

Sabah dokuz civarında Hathai'nin telefonuyla uyandım:
"Abim ve yengem köye gelecekler. Sen de onlarla gelmek ister misin?"
Hathai abisi ve yengesiyle birlikte bu evde yaşıyordu. Hafta sonlarını ise, Chiang Mai şehrinin 90 km güneyinde bulunan Lampang şehrine bağlı bir köyde, yaşlı anne babasının evinde geçirirdi. Evli ve bir buçuk yaşında bir kızı vardı.
Tay köy yaşantısını deneyimlemek için daha iyi fırsat olamazdı. Biraz sonra tekrar aradı:
"Abim odana kahvaltını getirmek istiyor yemek seçip seçmediğini soruyor?"
Abisi ile yengesi yabancı dil bilmedikleri için, Hathai aracalığıyla benle iletişim kuruyorlardı. Yemek seçmediğimi söyledim. Dusit, biraz sonra domuz çorbası ve pirinçle içeri girdi... DEVAMI YORUMDA.

Комментарии

Информация по комментариям в разработке