Yaban Çiçeğim - Loudingirra Özdemir (Houston, Texas, ABD)

Описание к видео Yaban Çiçeğim - Loudingirra Özdemir (Houston, Texas, ABD)

AŞK BÖCEKLERİ

    Sarı ışıklarla aydınlatılmış, dikdörtgen biçimli, yüksek ahşap tavanlı bir salondayım. İçerisi, ahşap yer sofralarının çevrelerine bağdaş kurup oturan insanlarla hıncahınç dolu. Kalabalığın hepsi erkek. Salonda boydan boya uzanan ve ancak bir insanın geçebileceği bir boşluk bırakılmış. Kalabalıkta bir coşku havası var. Sofralardaki yiyecek ve içeceklerden iştahla yeniyor, içiliyor; bardaklar  tokuşturuluyor; karşılıklı kahkahalar atılıyor ve ritim tutarcasına gövdeler deviniyor. Fakat ne kaşık çatalın, ne tokuşturulan bardakların, ne de kahkahaların sesini duyabiliyorum. Müphem bir müzik çalıyor, hissediyorum, fakat onun da sesini duymuyorum. Tüm bu coşkunluğa ve taşkınlığa rağmen, içerisi ruhaf bir şekilde sessiz ve durgun. Derken onu görüyorum. İri gözlerini, özgür alnını, kalemle çizilmişçesine biçimli dudaklarını... Hiç değişmemiş, yıllar önce, bir gece vakti onu o yolda, o otoban kenarında bıraktığım gibi hala. Dehşet içindeyim. Ne işi vardı burada? Salondaki boşlukta gidip geliyor, sarhoş kalabalığın teklifsiz isteklerine koşuşturuyor. Ondan bu salondaki atmosferle bağdaşmayan, soylu, davetkar bir ruhun üstünlüğü etrafa yayılıyor. Bir tanrıça edasıyla tatlı tatlı süzülüyor, sağa sola gülücükler saçıyor. Sağ eliyle kulpundan tutup, sol eliyle alttan desteklediği bir testiden, sofralarından kalkıp kendisine yönelen sabırsız adamların bardaklarını dolduruyor. Bunu öylesine büyük bir aşkla yapıyor ki... Fakat o da ne böyle! Üzerindeki derin dekolteli kıyafeti yeni fark ediyorum. Ya o yüzündeki hafifmeşrep kadınlara özgü bayağı ve abartılı makyaja ne demeli. O hiç makyaj yapmazdı ki! Aman Allahım! Bugünün medeniyetine sırt çevirmiş o hippi kıza ne olmuştu böyle? Demek o da dünyaya uymuş. Gözlerimle mahşeri kalabalığı süzüyorum: Çirkin bir böcek gibi deviniyor. Parlayan gözlerde hayvani bir arzu var. Bu manzaraya bakmak katlanılır gibi değil. Bakışlarımı kalabalıktan ayırıp yeniden ona çeviriyorum. Bir bakış dileniyorum ondan. Tek tek herkesle göz göze gelip adeta bakışlarıyla sevişen, kalabalığın her arzusunu memnuniyetle karşılayan bu kadından bir bakış dileniyorum. Bir bakış atsa susuzluğum geçecek, acılarım dinecekti. Uzaktaki yıldızları yeniden içimde hissedecek, evrenle uyum içinde olacaktım. Bakmıyor! Neden? Ya onun indinde ben yok hükmündeysem? Ne korkunç! Onun zihninde yok hükmünde olan bu benliği ne yapacaktım? Azapla nefesim kesiliyor. Şakaklarımda acı bir zonklama var. Neden bakmıyor? Derin bir hüzün dalgası kabarıyor içimde. Neden bana bakmıyor? Salondaki herkes, ta başından beri hissetiğim, ama sesini duymadığım müziğin ritmine kendini iyice kaptırmış. Bense yavaş yavaş anlıyorum, bu salonda yok hükmündeyim. Benliğim çöküyor üzerime. Keskin bir gerçekliğin altında eziliyorum. Varoluş bir kaos, sonsuz bir akış ve ben sürükleniyorum, ne gündüzüm ne gece, ne erkeğim ne kadın, yalnızlıktan ibaretim.

    Tüm bunların bir rüya olduğunu anladığımda, yatağımda sırtüstü uzanmış bir halde, tavandaki detayları mahmur gözlerle inceliyordum. Birden büyük bir boşluğun içinde buluyorum kendimi. Rüya, o kadar gerçekçiydi ki, şu an bu odanın içindeki mevcut gerçeklik, ruhumu doyurmaya yetmiyordu. Dışarıdan İngilizce konuşmalar duyuyorum. Amerika'da olduğumu şaşkınlıkla farkediyorum. Parasız pulsuz halimle, bir sırtçantalı gezgin olarak vahşi kapitalizmin en yoğun yaşandığı ülkeye gelmiştim. Buraya geleli bir aydan fazla bir süre geçmesine rağmen, hala misafir edildiğim yerde kapalı yaşıyordum. Daha önce bulunduğum birçok ülkenin aksine, burada, bu halimle yerel halkla kaynaşmak ve onlarla birlikte Türkü çığırmak, neredeyse imkansızdı. Kendimi taş devrinden hortlamış gibi hissediyorum.

    Kapının önüne çıkıyorum. Cetvelle çizilmişçesine hatasız sokaklar uzanıyor önümde. Çimleri düzenli olarak sürekli kesilen, sağlı sollu geniş yeşil alanlar ve göğü boğan koca ağaçlar var; zorlukla yere ulaşan kuşluk güneşi ışınlarını yeşile boyayan ağaçlar. Bir mezarlık sessizliğine gömülmüş güzel müstakil evler ve tüm bunların ardında, uçsuz bucaksız bir düzlüğe yayılmış bir şehir var. Yürümekle aşılamayacak mesafeleri birbirine bağlayan geniş yollarda, özel araçlarına hapsolmuş insanlar var.

    Bugüne kadar bulunduğum diğer bütün dünya kentlerinde her yere yürüyerek, olmadı, toplu taşıma araçlarını kullanarak gidebiliyorken; şimdi bu ülkede, bu şehirde karşı karşıya kaldığım mesafeler ürkütücüydü. Ürkütücü olan yalnızca mesafeler değildi, aynı zamanda bu ülkedeki şehircilik anlayışıydı. Ve neredeyse hiç gelişmemiş toplu taşımanın bir sonucu olarak, sosyalleşmek için özel bir araca sahip olmak zorunluluğuydu.

    DEVAMI YORUMDA.

Комментарии

Информация по комментариям в разработке