Sakiya Camında Nedir Bu Esrar - Loudingirra Özdemir (Bangkok, Tayland)

Описание к видео Sakiya Camında Nedir Bu Esrar - Loudingirra Özdemir (Bangkok, Tayland)

ÇİFTLİK YOLUNDA

    Şehirden en az kırk kilometre uzakta, tek şeritli, ince bir asfalt yolun üzerindeyim. Karanlığın içinden çıkıp gelecek bir çift farın önüne atılmak için umutsuzca bekliyorum. Uzunca bir bekleyişin ardından, asfaltın üzerinde ışıktan menderesler çizerek yaklaşan bir araba görüyorum. Önüne atılıyorum; fakat sürücü aniden, vahşi bir hayvan görmüş gibi yanı başımda kavisli bir iz bırakarak, gecenin karanlığında kayboluyor. İnsanları ürkütmeden kendimi fark ettirmemin başka bir yolu olmalı mutlaka, diye düşünüyorum. Kendimi beceriksiz ve aptal hissediyorum. Bu ıssız ve karanlık yerde bile kendimi utandırmayı başarabilmiştim ya! Asfaltın üzerinde çaresizce dört dönmeye başlıyorum.

    Bugün öğle saatlerinde, bir süre yanlarında konaklayacağım, çiftlikte yaşayan bir aileyi bulmak için, şehirden ayrılıp buralara gelmiştim. Elimde çiftliğin Tay alfabesiyle yazılı adresi ile çiftliğin bulunduğu konumu gösteren, acemice karalanmış bir çizim vardı. Bu çizime göre adresi bulabileceğimi ummuştum; fakat akşamın karanlığı olmuş, ben ormanın içinde yolumu bulamamıştım. Şimdi saat gecenin onuydu. Etrafta tek bir yerleşim yeri yoktu. Yolun her iki tarafında, asfaltın bittiği çizgiden itibaren bir insan boyunda yabani otlar yükseliyordu. Ürkütücü otların içinden yükselen ve geceyi dolduran canlıların sesi, çığlık seslerini andırıyordu. Zaman zaman telefonumun el feneri modunu açıp solgun ışığını ayaklarımın arasında gezdiriyordum. Sanki tek kaygım, otların içinden yola fırlaması muhtemel, bir istenmeyen misafirmiş gibi. Ufukta bir çift far daha belirdi. Yolun ortasında durdum ve her iki kolumu açtım. Şimdi öylece bekliyorum, kalbim hızlı hızlı çarpıyor. Sazım, ne olduğu hemen anlaşabilecek bir nesne görünümünde olmadığından, karşı tarafta tedirginlik yaratabilir düşüncesiyle, onu otların içine yatırdım. Gelen bir kamyonet. Hızını kesmiyor, karşısında biraz daha dikilmeye kararlıydım; fakat korna sesiyle birlikte kenara çekilmek zorunda kalıyorum. Kırmızı farları karanlığın içinde gömülünceye kadar ardından bakıyorum.

    Gece saat on ikiye doğru, motosikletli bir karı koca benim için durdu. Onların telefonundan gideceğim çiftliğin sahibi olan kadını aradık. Yarım saat kadar uğraştıktan sonra, bulunduğumuz konumu çiftlik sahibi kadına anlatabilmiştik. Yola paralel uzanan bir kanalın üzerinden geçen küçük bir köprüye doğru yürüyüp orada beklemeye başladık. Köprüyü aydınlatan bir sokak lambası vardı. Çiftlik sahibi kadına burayı tarif ettikleri için o gelip beni buradan alacaktı. Bir hayli bekledik, gelen giden yoktu. Karı koca, kadını tekrar aradılar; telefona cevap verilmiyordu. Neyse ki ısrarlı birkaç aramadan sonra ona ulaşabildiler. Konuşmalarından anladığım kadarıyla, kadın motosikletle yola çıkmış; fakat bizi bulamayınca tekrar çiftliğe dönmüştü. Bunun üzerine, karı koca ona daha bilindik bir yerin adresini verdiler. Bana da olduğum yerde beklememi söylediler. Çünkü belirledikleri yeni adreste kadınla buluşacak ve kadını buraya göndereceklerdi. Onlara teşekkür ettim. Beni köprüde bırakıp gittiler.

     Saat ikiye geldiği halde ne gelen vardı ne giden. Umudumu yitirmiştim. Burada sabahı beklemekten başka yapabileceğim bir şey yoktu. Yere oturup sokak lambasının direğine sırtımı yasladım. Tepemdeki lambadan koni şeklinde inen ışık huzmesi dışında, etrafta tek bir ışık yoktu. Kapkara bir göğün altında, bu sokak lambası ve onun cılız ışığıyla aydınlanan bu köprü, bir tiyatro sahnesinin dekoruymuşcasına insanda bir yapaylık izlenimi uyandırıyordu. Böceklerin soluksuz ve canhıraş çığlığının yankılandığı gece, dünyanın küçük ve önemsiz bir kaya kütlesinden ibaret olduğunun bilinmediği zamanlardaki gibi ürkünçtü. Şehir ışıkları ufuk çizgisinin altında kalmış olmalı, diye düşündüm. Belki de bir dağ sırası uzanıyordu şehirle aramda. Şehirden buraya, küçücük bir kamyonetin içinde iki büklüm gelmiştim. Bu yüzden yol boyunca etrafı görememiştim. Küçük bir su birikintisine gözüm ilişti. Hemen önümdeydi. Şimdiye kadar onu fark etmediğime şaşırdım. Yüzeyinde küçük küçük sinekler uçuşuyordu. Önümden birkaç çakıl taşı alıp içine attım. Sinekler kaçıştı, yüzeyde halkalar oluştu. "İşte, senin her zaman arayıp da bulamadığın bir manzara." Kendi sesimi duymuştum. Sanki o yanımdaymış veya bulunduğu yerde beni duyuyormuş duygusuna kapıldığım zamanlardaki gibi, yine melankolikliğim üzerimdeydi. Nesnelerin suda yansımalarını fotoğraflamayı çok severdi o. Böyle bir gece yarısıydı, bir otoban kenarında vedalaşmıştık. O gecenin üzerinden tam üç yıl geçtiğini hayretle fark ettim. Canlı renklerdeki kır çiçekleri desenleriyle bezeli bir askılıkla sürekli boynunda taşıdığı 1976 yapımı antika bir fotoğraf makinesi vardı. Babasından kalmıştı ona. Makinanın filmleri nadir bulunduğu için, vardığımız şehirlerde, çoğu zaman dükkan dükkan dolaşır o makine için film sorardık...

YAZININ DEVAMI YORUMDA.

Комментарии

Информация по комментариям в разработке