Yağmur Yağar Taş Üstüne - Chloe & Loudingirra Özdemir (New Orleans, USA)

Описание к видео Yağmur Yağar Taş Üstüne - Chloe & Loudingirra Özdemir (New Orleans, USA)

“Tuvaletini yaptıysan gidebiliriz.” diyorum ve arkamı dönüp arabaya doğru yürümeye başlıyorum. Chloe, üzerine doğru atlamaya çalışan mitolojik bir canavardan kaçıyormuş gibi karanlığın içinde arkamdan koşturuyor. Ayaklarının altında çıtırdayan çakıl taşlarının bayır aşağı yuvarlanma sesini işitiyorum. Adımlarımı yavaşlatıyorum; Chloe’nin bana yetişmesine izin vermeliyim. Hem bendeki bu lüzumsuz acele de niye?

Şimdi gece, hassas bir süzgeçten geçerek beni kuşatıyor. Dev bir karanlık örtü, otobandaki yol aydınlatma direklerinin simetrik aralıklarla yere düşen altın rengi ışık huzmeleri dışında, her yeri örtmüş. Önümde uzayıp giden otoban, bir kurt gibi uluyor. Ormanın uğultusu ve çimlerin içinden duyulan ürpertici tıslamalar; karanlığı, konuşan bir canlıya dönüştürüyor. Tuhaf sesler duyuyor kulaklarım. Boynumdaki tüylerin kabarmaya başladığını hissediyorum. Gözbebeklerim büyüyor. Sonunda durup arkama, Chloe’ye dönüyorum. Sağ elim yoksa sol elim mi? belimde bekliyorum. Aynı anda ikimizin de dudaklarının arasından yüzüne istemsizce bir gülümseme yayılıyor. Issız gecede, şehirler arası bir otoban kenarında, yüzümüzde beliren bu gülümsemenin; ikimizin de aynı anda, bu yolculukta artık yalnız olmadığım gerçeğini hatırlamasından kaynaklandığına hiç şüphem yok. Tuhaf oluyorum: Çünkü bu gerçeği günden güne daha fazla kanıksamaya başlamıştım.

Asya’da bulunduğum yıllara gidiyorum birden. Moğolistan’ın kuzeyinde küçük bir şehirde Bilguun adında birisi beni evinde misafir etmişti. Ne vakit yola koyulmak üzere onunla vedalaşmak istesem: “Dur bu akşam da sana güzel bir kuus pişireyim de, yarın erkenden yola çıkarsın.” derdi. Lokal lezzetin özel kıldığı sofrayı genellikle bir şarap şişesi tamamlıyor, kömür sobasının ısıttığı o oda, içinde bulunduğum ana bir yücelik katıyordu. Derken bir ayı bulan bir misafirliğin sonuna doğru Bilguun, benimle birlikte yolculuk yapma fikrini dillendirmeye başladı. Ben onun ciddi olabileceğine ihtimal vermediğim için bunun üzerinde hiç durmamıştım bile. Ta ki onun kaldırımda düştüğü o geceye kadar. O günü şehrin turistik mekanlarını dolaşarak geçirmiştik. Saat geç olmuştu. Otobüs durağına doğru yollandık. Otobüsü kaçıracak olursak, Orta Asya'nın ayazlı gecesinde eve yürümek zorunda kalacaktık. Birdenbire nasıl bir telaş tuttuysa beni, yüz metrelik bir atlete taş çıkartacak hızda koşmaya başladım. Sırt çantamı yanımada taşımadığım nadir anlarda duyduğum hafiflik duygusunun da etkisi vardı bunda. Bir an Bilguun’un arkamda olmadığını fark ettim. Geriye döndüğümde, sisin içinde dizleri üzerine çökmüş bir halde acı içinde soluk alıp verirken buldum onu. Düşmüştü, pantolonunun dizleri yırtılmış, elinin ayası kanıyordu.

“Görüyorsun ya, daha kendi şehrimde evime giderken bile sana yetişemeyip düşüyorum. Aptalım ki, bu halimle kalkmış seninle birlikte gelme planları yapıyorum. Seni yavaşlatmaktan başka ne işe yararım?”

Son sözcükler titremeye başlayan dudaklardan dökülmüştü. Ardından hıçkırarak ağlamaya başladı. İyice boylu olan Bilguun’un geniş ve erkeksi omuzları sarsılıp duruyordu. Sanki bünyesindeki tüm duyusal süreçler yıllardır hapisti ve şimdi yüzüstü kapaklandığı bu kaldırımda bir bir etrafa saçılmışlardı. Buna son vermenin bana bağlı olduğunu hissediyordum. Bir şeyler yapmalı, hiç olmazsa birkaç söz söylemeliydim. Sorumluluk duygusu altında eziliyordum. Fakat o an, şehir sakinlerini evlerinde sıcak tutan kömür sobalarının bulandırdığı göğün altında, içimde her şey susmuştu. Bilguun’un başında, heykele öykünen bir sokak performansçısı gibi kıpırdamadan öylece dikiliyordum. Birden içimdeki sessizliği güçlü bir hayret duygusu ele geçirdi: İnsan ne kadar da zavallı bir varlıktı. Kendi yalnızlığından kurtulmak isterken, bir başkasının yalnızlığına sığınmaya çalışıyordu.

Ertesi sabah uyandığımda, Bilguun yüzüne takındığı kapalı bir ifadeyle ev işlerini yapıyordu. Dikkat ettim, yaptığı işler beni misafir ettiği günden beri ihmal ettiği işlerdi. Artık bana yolun göründüğü anlamına geliyordu bu. Çantamı sırtladım, Püsküllü Yoldaş’ı omuzladım ve ayrılmak üzere vedalaştım. Üzgündüm, iç dünyam karmakarışıktı. Gel gör ki, ayrılmamı zorlaştıran ilk vedalaşma değildi bu. Ne Bilguun ayrılmak zorunda kaldığım ilk kişiydi, ne de soğuk bir sis tabakasına gömülü bu bozkır şehri ayrıldığım ilk şehirdi.

YAZININ DEVAMI YORUMDA.

Комментарии

Информация по комментариям в разработке