(74) 17.Lem'a/7, Sh 129 | 8.Nota/2 | İşsiz ve tenbeller çalışanlardan daha fazla sıkıntı çekerler

Описание к видео (74) 17.Lem'a/7, Sh 129 | 8.Nota/2 | İşsiz ve tenbeller çalışanlardan daha fazla sıkıntı çekerler

Bunlar, kendi hesablarına ve kendi nâmlarına, kendi kemâlleri için o vazîfeyi görmüyorlar. Çünkü hayatlarını vazîfede lâzım gelse, fedâ ediyorlar. Belki o vazîfeleri, onları o vazîfe ile tavzîf eden ve o vazîfe içinde rahmetiyle bir lezzet derceden Mün‘im-i Kerîm’in hesabına ve Fâtır-ı Zülcelâl’in nâmına görüyorlar.

Hem nefs-i hizmette ücret bulunduğuna bir delil de şudur ki: Nebâtât ve eşcâr, bir nevi‘ şevk ve lezzeti ihsâs eden bir tavır ile, Fâtır-ı Zülcelâl’in emrine imtisâl ediyorlar. Çünkü dağıttıkları güzel kokular ve müşterilerin nazarlarını celbedecek zînetlerle süslenmeleri ve sünbüllenmeleri ve meyveleri için çürüyünceye kadar kendilerini fedâ etmeleri, ehl-i dikkate gösterir ki, onların emr-i İlâhînin imtisâlinde öyle bir lezzetleri var ki, nefislerini mahvedip çürütüyorlar.

Sayfa 130
Bak, başında çok süt konserveleri taşıyan hindistan cevizine ve incir gibi meyvedâr ağaçlara! Rahmet hazinesinden lisân-ı hâl ile süt gibi güzel bir gıdayı isterler, alırlar, meyvelerine yedirirler; kendileri çamur yerler. Hem nar ağacı, sâfî bir şarabı hazîne-i rahmetten alıp, meyvesine yedirir, kendisi çamurlu bir bulanık suya kanâat eder. Hatta hubûbâtta dahi, sünbüllenmek vazîfesinde zâhirî bir iştiyâk görünüyor. Nasıl ki dar bir yerde hapsedilen bir zât, bir bostana ve geniş bir yere çıkmayı müştâkāne ister. Öyle de, hubûbâtta, sünbüllenmek vazîfesinde, öyle sürûrlu bir vaz‘iyet ve bir iştiyâk görünüyor.

İşte “sünnetullâh” ta‘bîr edilen ve kâinâtta cereyân eden bu sırlı uzun düstûrdandır ki, işsiz, tenbel ve istirahat ile yaşayanlar ve rahat döşeğinde uzananlar, ekseriyetle sa‘y edenlerden ve çalışanlardan daha ziyâde zahmet ve sıkıntı çekerler. Çünkü işsizler, dâimâ ömürlerinden şikâyet ederler, ömürlerinin eğlencelerle çabuk geçmesini isterler. Sa‘y edenler ve çalışanlar ise; şâkirdirler, hamdederler, ömürlerinin geçmesini istemezler. اَلْمُسْتَر۪يحُ الْعَاطِلُ شَاكٍ مِنْ عُمْرِه۪ ٭ وَالسَّاعِي الْعَامِلُ شَاكِرٌ küllî bir düstûrdur. Hem o sır iledir ki; “Rahat, zahmette; zahmet, rahattadır” darb-ı mesel olmuştur.

Evet, cemâdâta dikkatle nazar edilse görünüyor ki, bilkuvve, yalnız isti‘dâd ve kābiliyet cihetinde nâkıs kalıp inkişâf etmeyenler, gāyet bir ictihâd ve sa‘y ile inbisât edip, bilkuvveden bilfiil sûretine geçmesinde, mezkûr sünnet-i İlâhiye düstûruyla bir tavır görünüyor. Ve o tavır işaret eder ki, o vazîfe-i fıtriyede bir şevk ve o mes’elede bir lezzet vardır. Eğer o câmidin umûmî hayattan hissesi varsa, şevk kendisinin olur. Yoksa, o câmidi temsîl eden, nezâret eden şeye âittir.

Hatta bu sırra binâen denilebilir ki, latîf, nâzik su, incimâd emrini aldığı vakit, öyle şiddetli bir şevk ile o emri imtisâl eder ki demiri şakkeder, parçalar. Demek burûdet ve tahtessıfır soğuğun lisânıyla ağzı kapalı demir kaptaki suya: “Genişlen!” emr-i Rabbânîsi teblîğ edildiğinde, şevk ile kabını parçalar, demiri bozar, kendisi buz olur.

Ve hâkezâ... Her şeyi buna kıyâs et ki, güneşlerin deverânından ve seyr ve seyahatlerinden tut, tâ zerrelerin mevlevî gibi

Sayfa 131
devretmelerine ve dönmelerine ve ihtizâzlarına kadar kâinâttaki bütün sa‘y ve hareket, kānûn-u kader-i İlâhî üzerine cereyân ediyor. Ve dest-i kudret-i İlâhiyeden sudûr eden ve irâde ve emir ve ilmi tazammun eden emr-i tekvînî ile sudûr eder. Hatta herbir zerre, herbir mevcûd, herbir zîhayat, bir nefer askere benzer ki, orduda muhtelif dâirelerde o neferin ayrı ayrı nisbeti, vazîfeleri olduğu gibi, herbir zerrenin ve herbir zîhayatın dahi öyledir.

Meselâ, senin gözündeki bir zerrecik, gözün hüceyresinde ve gözün a‘sâb-ı vechiyesinde ve bedenin şerâyîn ta‘bîr edilen damarlarında birer nisbeti ve o nisbete göre birer vazîfesi ve o vazîfeye göre birer fâidesi vardır. Ve hâkezâ... Her şeyi ona göre kıyâs et.

Buna binâen her şey, bir Kadîr-i Ezelî’nin vücûb-u vücûduna iki cihetle şehâdet eder: Birisi: Tâkatinin binler derece fevkınde vazîfeleri görmekteki acz-i mutlak lisânıyla, o Kadîr’in vücûduna şehâdet eder. İkincisi: Herbir şey, nizâm-ı âlemi teşkîl eden düstûrlara ve muvâzene-i mevcûdâtı idâme eden kanunlara tatbîk-i hareket etmekle, o Alîm-i Kadîr’e şehâdet eder.

Çünkü zerre gibi bir câmid ve arı gibi küçük bir hayvan, kitâb-ı mübînin mühim ve ince mes’eleleri olan nizâm ve mîzânı bilemezler. Câmid bir zerre ve arı gibi küçük bir hayvan nerede? Semâvât tabakalarını bir defter sahîfesi gibi açıp, kapayıp toplayan Zât-ı Zülcelâl’in elindeki kitâb-ı mübînin mühim ve ince mes’elelerini okumak nerede? Eğer dîvânelik edip, zerrede, o kitâb-ı mübînin ince hurûfâtını okuyacak kadar bir iktidar ve bir göz bulunduğunu tevehhüm etsen, o vakit o zerrenin şehâdetini redde çalışabilirsin.

Evet Fâtır-ı Hakîm, kitâb-ı mübînin düstûrlarını gāyet güzel bir sûrette ve muhtasar bir tarzda, hâs bir lezzette ve mahsûs bir ihtiyaçta icmâl edip derceder. Her şey, öyle hâs bir lezzet ve mahsûs bir ihtiyaçla amel etse, o kitâb-ı mübînin düstûrlarını bilmeyerek imtisâl ederler.

...

Sayfa 132
...

Комментарии

Информация по комментариям в разработке