(14) 9.Mektup/1 | Keramet ve ikramın farkı, aşk-ı mecazî aşk-ı hakikiye nasıl inkılab eder?

Описание к видео (14) 9.Mektup/1 | Keramet ve ikramın farkı, aşk-ı mecazî aşk-ı hakikiye nasıl inkılab eder?

(14)Mektubat 1. Kısım 9. Mektup Sayfa 23-24-25. (Hayrat Neşriyat Osmanlıca Orijinal Nüsha)

Keramet ve İkram arasındaki fark.
Keramet herdaim kemalat işareti midir?
İstidrac, Mucize ve keramet arasındaki fark nedir?
Dünya sevmeye DEĞER Mİ?
AŞKI mecazi AŞKI hakikiye nasıl döner.
Hissiyatlar nasıl ıslah edilir.

AYRICA
Aşk Ve Şefkatin Müthiş Hakikatleri. Av. Ali KURT (13)
   • (13) 8.Mektup | Şefkat aşktan daha ke...  

İslamsız iman ve İmansız müsliman olur mu? Av. Ali KURT (15)
   • (15) 9.Mektup/2 | Kur'ân ahkâmına tar...  

Risale-i Nur ile Tarikat Usüllerinin KIYASI / İslama Hizmet NASIL olmalı? Av. Ali KURT (10)
   • (10) 5.Mektup | Bütün hak tariklerin ...  

DOKUZUNCU MEKTUB

بِاسْمِه۪ وَاِنْ مِنْ شَئٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Yine o hâlis talebesine gönderdiği mektubun bir parçasıdır.

Sâniyen: Neşr-i envâr-ı Kur’âniyedeki muvaffakiyetin ve gayre­tin ve şevkin bir ikrâm-ı İlâhîdir. Belki bir kerâmet-i Kur’âniyedir, bir inâyet-i Rabbâniyedir. Sizi tebrîk ediyorum. Kerâmet ve ikrâm ve inâyetin bahsi geldiği münâsebetiyle, kerâmet ve ikrâmın bir farkını söyleyeceğim. Şöyle ki:

Kerâmetin izhârı, zarûret olmadan zarardır. İkrâmın izhârı ise, bir tahdîs-i ni‘mettir. Eğer kerâmet ile müşerref olan bir şahıs, bilerek hârika bir emre mazhar olursa, o halde eğer nefs-i emmâresi bâkî ise, kendine güvenmek ve nefsine ve keşfine i‘timâd etmek ve gurura düşmek cihetinde istidrâc olabilir. Eğer bilmeyerek hârika bir emre mazhar olursa, meselâ birisinin kalbinde bir suâl var. İntâk-ı bilhak nev‘inden ona muvâfık bir cevab verir. Sonra anlar. Anladıktan sonra kendi nefsine değil, belki kendi Rabbisine i‘timâdı ziyâdeleşir. Ve “Beni benden ziyâde terbiye eden bir Hâfız’ım vardır” der. Tevekkü­lünü ziyâdeleştirir. Bu kısım hatarsız bir kerâmettir. İhfâsına mükellef değil. Fakat fahır için kasden izhârına çalışmamalı. Çünki onda zâhiren insanın kesbinin bir medhali bulunduğundan, nefsine nisbet edebilir. Ama ikrâm ise, o kerâmetin selâmetli olan ikinci nev‘inden daha selâmetli, bence daha âlîdir. İzhârı tahdîs-i ni‘mettir. Kesbin medhali yoktur. Nefsi onu kendine isnâd etmez. İşte kardeşim, hem senin hakkında, hem benim hakkımda, bâhusus Kur’ân hakkındaki hizmetimizde eskiden beri gördüğüm ve yazdığım ihsânât-ı İlâhiye bir ikrâmdır. İzhârı tahdîs-i ni‘mettir. Onun için sana karşı tahdîs-i ni‘met nev‘inden, ikimizin hizmetimize âit muvaffaki­yâtı yazıyorum. Biliyordum ki, sende fahır değil, şükür damarını tahrîk ediyor. Sâlisen: Görüyorum ki, şu dünya hayatında en bahtiyar odur ki, dünyayı bir misâfirhâne-i askerî telakkî etsin.Ve öyle de iz‘ân etsin. Ve ona göre hareket etsin. Ve o telakkî ile en büyük mertebe olan mertebe-i rızâyı çabuk elde edebilir. Kırılacak şişe pahasına, dâimî bir elmasın fiyatını vermez. İstikamet ve lezzetle hayatını geçirir. Evet, dünyaya âit işler, kırılmaya mahkûm şişeler hükmündedir. Bâkî umûr-u uhreviye ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir. İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve harâretli muhabbet ve dehşetli hırs ve inâdlı taleb ve hâkezâ şedîd hissiyâtlar, umûr-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. O hissiyâtı şiddetli bir sûrette fânî umûr-u dünyeviyeye tevcîh etmek, fânî ve kırılacak şişelere bâkî elmas fiyatlarını vermek demektir.

Şu münâsebetle bir nokta hatıra gelmiş, söyleyeceğim. Şöyle ki: Aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fânî mahbûblara müteveccih olduğu vakit, ya o aşk kendi sâhibini dâimî bir azab ve elemde bırakır. Veyahud o mecâzî mahbûb, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için, bâkî bir mahbûbu arattırır. Aşk-ı mecâzî aşk-ı hakîkîye inkılâb eder. İşte, insanda binlerle hissiyât var. Her birisinin aşk gibi iki mertebesi var. Biri mecâzî, biri hakîkî. Meselâ, endîşe-i istikbâl hissi herkeste var. Şiddetli bir sûrette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbâle yetişmek için elinde sened yok. Hem rızık cihetinde bir taahhüd altında ve kısa olan bir istikbâl, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakîkî ve uzun ve gāfiller hakkında taahhüd altına alınmamış bir istikbâle teveccüh eder. Hem mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösterir. Bakar ki, muvakkaten onun nezâretine verilmiş o fânî mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riyâya medâr olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan hakîkî câh olan merâtib-i ma‘neviyeye ve derecât-ı kurbiyeye ve zâd-ı âhirete ve hakîkî mal olan a‘mâl-i sâlihaya teveccüh eder. Fenâ haslet olan hırs-ı mecâzî ise, âlî bir haslet olan hırs-ı hakîkîye inkılâb eder. Hem meselâ, şiddetli bir inâd ile ehemmiyetsiz, zâil, fânî umûrlara karşı hissiyâtını sarf eder. Bakar ki, bir dakika inâda değmeyen bir şeye, bir sene inâd ediyor. Hem zararlı, zehirli bir şeye inâd nâmına sebat eder. Bakar ki, bu kuvvetli his, böyle şeyler için verilmemiş. Onu onlara sarf etmek, hikmet ve hakîkate münâfîdir. O şiddetli inâdı o lüzûmsuz umûr-u zâileye vermeyip, âlî ve bâkî olan hakāik-i îmâniyeye ve esâsât-ı İslâmiyeye ve hıdemât-ı uhreviyeye sarf eder. O haslet-i rezîle olan inâd-ı mecâzî, güzel ve âlî bir haslet olan hakîkî inâda, yani hakta şiddetli sebata inkılâb eder...

Комментарии

Информация по комментариям в разработке