(33) 11.Lem'a/6, Sh 58 |10.Nükte | Allah’ın muhabbetine mazhar olmanın yolu Habîbullâh’a ittibâ‘dır

Описание к видео (33) 11.Lem'a/6, Sh 58 |10.Nükte | Allah’ın muhabbetine mazhar olmanın yolu Habîbullâh’a ittibâ‘dır

Onuncu Nükte: قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ âyetinde, i‘câzlı bir îcâz vardır.

Çünkü çok cümleler, bu üç cümlenin içinde derc edilmiştir. Şöyle ki: Şu âyet diyor ki: “Allah’a îmânınız varsa, elbette Allah’ı seveceksiniz. Madem Allah’ı seversiniz, öyle ise Allah’ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise, Allah’ın sevdiği zâta benzeyeceksiniz. Ona benzemek ise, ona ittibâ‘ etmektir. Ne vakit ona ittibâ‘ etseniz, Allah da sizi sevecek. Zaten siz Allah’ı seversiniz, tâ ki; Allah da sizi sevsin.” İşte bütün bu cümleler, şu âyetin yalnız mücmel ve kısa bir meâlidir. Demek oluyor ki; insan için en mühim âlî maksad, Cenâb-ı Hakk’ın muhabbetine mazhar olmaktır. Bu âyetin nassı gösteriyor ki; o matlab-ı a‘lânın yolu, Habîbullâh’a ittibâ‘dır ve sünnet-i seniyesine iktidâdır. Bu makamda üç nokta isbat edilse, mezkûr hakîkat tamamıyla tezâhür eder.

Birinci Nokta: Beşer fıtraten, şu kâinâtın Hâlikına karşı, hadsiz bir muhabbet üzerine yaratılmıştır. Çünkü fıtrat-ı beşeriyede cemâle karşı bir muhabbet; ve kemâle karşı perestiş etmek; ve ihsâna karşı sevmek vardır. Cemâl ve kemâl ve ihsânın derecâtına göre, o muhabbet tezâyüd eder ve aşkın en müntehâ derecesine kadar gider. Hem bu küçücük insanın küçük kalbinde, kâinât kadar bir aşk yerleşir. Evet kalbin mercimek kadar bir sandukçası olan kuvve-i hâfızada, bir kütübhâne hükmünde binler kitap kadar yazı içinde yazılması gösteriyor ki, o küçük kalb, kâinâtı içine alabilir ve o kadar muhabbet taşıyabilir. Madem fıtrat-ı beşeriyede ihsân ve cemâl ve kemâle karşı böyle hadsiz bir isti‘dâd-ı muhabbet vardır.

SAYFA 59
Madem bu kâinâtın Hâlikının, kâinâtta tezâhür eden âsârıyla, bilbedâhe tahakkuku sâbit olan hadsiz cemâl-i mukaddesi; ve bu mevcûdâtta tezâhür eden nukūş-u san‘atıyla bizzarûresübûtu tahakkuk eden hadsiz kemâl-i kudsîsi; ve bütün zîhayatlarda tezâhür eden hadsiz envâ‘-ı ihsânât ve in‘âmâtıyla bilyakîn ve belki bilmüşâhede vücûdu tahakkuk eden hadsiz ihsânâtı vardır. Elbette zîşuûrların en câmii ve en muhtacı ve en mütefekkiri ve en müştâkı olan beşerde, hadsiz bir muhabbeti iktizâ ediyor.

Evet, herbir insan, o Hâlik-ı Zülcelâl’e karşı hadsiz bir muhabbete müsteid olduğu gibi, o Hâlık dahi herkesten ziyâde cemâl ve kemâl ve ihsânına karşı, hadsiz bir mahbûbiyete müstehaktır. Hatta insan-ı mü’mindeki, hayatına ve bekāsına ve vücûduna ve dünyasına ve nefsine ve mevcûdâta karşı türlü türlü muhabbetleri ve şedîdalâkaları, o isti‘dâd-ı muhabbet-i İlâhiyenin tereşşuhâtıdır. Hatta insanın mütenevvi‘ hissiyât-ı şedîdesi, o isti‘dâd-ı muhabbetin istihâleleridir ve başka şekillere girmiş reşhalarıdır. Ma‘lûmdur ki, insan kendi saadetiyle mütelezziz olduğu gibi, alâkadâr olduğu zâtların saadetleriyle dahi mütelezziz olur. Ve kendini belâlardan kurtaranı sevdiği gibi, sevdiklerini de belâlardan kurtaranı öyle sever. İşte bu hâlet-i rûhiyeye binâen; insan, eğer her insana âit envâ‘-ı ihsânât-ı İlâhiyeden yalnız bunu düşünse ki: “Benim Hâlikım, beni zulümât-ı ebediye olan ademden kurtarıp, bu dünyada bir güzel dünyayı bana verdiği gibi; ecelim geldiği zaman, beni i‘dâm-ı ebedî olan ademden ve mahvdan yine kurtarıp, bâkî bir âlemde ebedî ve çok şa‘şaalı bir âlemi bana ihsân; ve o âlemin umum envâ‘-ı lezâizve mehâsininden istifâde edecek ve o âlemde cevelân edip tenezzüh edecek duyguları ve zâhirî ve bâtınî hâsseleri, bana in‘âm ettiği gibi; çok sevdiğim ve çok alâkadâr olduğum bütün akārib ve ahbâbımı ve ebnâ-yı cinsimi dahi öyle hadsiz ihsânlara mazhar ediyor ve o ihsânlar bir cihette bana âit oluyor. Zîrâ onların saadetleriyle mes‘ud ve mütelezziz oluyorum. Madem اَلْاِنْسَانُ عَب۪يدُ الْاِحْسَانِ sırrıyla, herkeste ihsâna karşı perestiş var. Elbette böyle ebedî hadsiz ihsâna karşı, kâinât kadar bir kalbim olsa, o ihsâna karşı muhabbetle dolmak iktizâ eder ve doldurmak isterim. Ben bilfiil o muhabbeti edemesem de, bil’isti‘dâd ve bil’îmân ve binniyet ve bilkabûl ve bittakdîr ve bil’iştiyâk ve bil’iltizâm ve bil’irâde sûretinde ediyorum” diyecek.

SAYFA 60
Ve hâkezâ.. Cemâl ve kemâle karşı, insanın gösterdiği muhabbet ise, icmâlen işaret ettiğimiz ihsâna karşı muhabbete kıyâs edilsin. Kâfir ise, küfür cihetiyle hadsiz bir adâvet eder. Hatta kâinâta ve mevcûdâta karşı zâlimâne ve tahkîrkârâne bir adâvet taşır.

Комментарии

Информация по комментариям в разработке