(31) 11.Lem'a/4, Sh 55 | Yedinci Nükte | Sünnet-i seniye edebdir, her meselesinde nur ve edeb vardır

Описание к видео (31) 11.Lem'a/4, Sh 55 | Yedinci Nükte | Sünnet-i seniye edebdir, her meselesinde nur ve edeb vardır

Yedinci Nükte: Sünnet-i seniye, edebdir. Hiçbir mes’elesi yoktur ki, altında bir nûr, bir edeb bulunmasın. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: اَدَّبَن۪ي رَبّ۪ي فَاَحْسَنَ تَاْد۪يب۪ي “Rabbim bana edebi güzel bir sûrette ihsân etmiş, edeblendirmiş.” Evet siyer-i Nebeviyeye dikkat eden ve sünnet-i seniyeyi bilen, kat‘iyen anlar ki: Cenâb-ı Hak edebin envâını, Habîbind (asm) cem‘ etmiştir. Onun sünnet-i seniyesini terkeden, edebi terkeder. ب۪ى اَدَبْ مَحْرُومْ بَاشَدْ اَزْ لُطْفِ رَبْ kaidesine mâsadak olur, hasâretli bir edebsizliğe düşer.

Suâl: Her şeyi bilen ve gören; ve hiçbir şey ondan gizlenemeyen Allâmü’l-Guyûb’a karşı edeb nasıl olur? Sebeb-i hacâlet olan hâletler, ondan gizlenemez. Çünkü edebin bir nev‘i, tesettürdür; mûcib-i istikrâh hâlâtı setretmektir. Allâmü’l-Guyûb’a karşı tesettür olamaz.

Elcevab: Evvelâ, Sâni‘-i Zülcelâl nasıl ki san‘atını, kemâl-i ehemmiyetle güzel göstermek istiyor ve müstekrehşeyleri perdeler altına alıyor ve ni‘metlerine, o ni‘metleri süslendirmek cihetiyle nazar-ı dikkati celb ediyor. Öyle de,

SAYFA 56
mahlûkātını ve ibâdını, sâir zîşuûrlara güzel göstermek istiyor. Onların çirkin vaz‘iyetlerde görünmeleri, Cemîl ve Müzeyyin ve Latîf ve Hakîm gibi isimlerine karşı, bir nevi‘ isyan ve hilâf-ı edeb oluyor. İşte sünnet-i seniyedeki edeb, o Sâni‘-i Zülcelâl’in esmâlarının hududları içinde bir mahz-ı edeb vaz‘iyetini takınmaktır.

Sâniyen: Nasıl ki bir tabîb, doktorluk noktasında bir nâ-mahremin en nâ-mahrem uzvuna bakar ve zarûret olduğu vakit ona gösterilir. “Hilâf-ı edeb!” denilmez. Belki, “Edeb-i tıb öyle iktizâ eder” denilir. Fakat o tabîb, racûliyet sıfatıyla veyahud vâiz ismiyle yahud hoca ünvanıyla o nâ-mahremlere bakamaz. Ona göstermesine, edeb fetvâ veremez. O cihette ona göstermek, hayâsızlıktır.

Öyle de Sâni‘-i Zülcelâl’in çok esmâsı var. Her bir ismin ayrı bir cilvesi var. Meselâ: Gaffâr ismi, günahların vücûdunu; ve Settâr ismi, kusurâtın bulunmasını iktizâ ettikleri gibi; Cemîl ismi de çirkinliği görmek istemez. Latîf, Kerîm, Hakîm, Rahîm gibi esmâ-yı cemâliye ve kemâliye, mevcûdâtı güzel bir sûrette ve mümkün vaz‘iyetlerin en iyisinde bulunmalarını iktizâ ederler. O esmâ-yı cemâliye ve kemâliye ise, melâike ve rûhâniyâtın, cin ve insin nazarlarında güzelliklerini, mevcûdâtın güzel vaz‘iyetleriyle ve hüsn-ü edebleriyle görmek isterler. İşte sünnet-i seniyedeki âdâb, bu ulvî âdâbın işârâtıdır ve düstûrlarıdır ve numûneleridir.

Комментарии

Информация по комментариям в разработке