(57) 14.Lem'a/6, Sh 98 | 2.Makam | 3.Sır | Şu kâinâtı şenlendiren rahmet nedir, ona nasıl ulaşılır?

Описание к видео (57) 14.Lem'a/6, Sh 98 | 2.Makam | 3.Sır | Şu kâinâtı şenlendiren rahmet nedir, ona nasıl ulaşılır?

Üçüncü Sır: Şu hadsiz kâinâtı şenlendiren, bilmüşâhede rahmettir. Ve bu karanlıklı mevcûdâtı ışıklandıran, bilbedâhe rahmettir. Ve bu hadsiz ihtiyâcât içinde yuvarlanan mahlûkātı terbiye eden, bilbedâhe rahmettir. Ve bir ağacın bütün hey’etiyle meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kâinâtı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muâvenetine koşturan, bilbedâhe rahmettir. Ve bu hadsiz fezâyı ve boş ve hâlî âlemi dolduran ve nûrlandıran ve şenlendiren, bilmüşâhede rahmettir. Ve bu fânî insanı ebede nâmzed eden ve ezelî ve ebedî bir zâta muhâtab ve dost yapan, bilbedâhe rahmettir. Ey insan! Madem rahmet, böyle kuvvetli ve câzibedâr ve sevimli ve mededkâr bir hakîkat-i mahbûbedir. بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ de! O hakîkate yapış, vahşet-i mutlakadan ve hadsiz ihtiyâcâtın elemlerinden kurtul ve Sultân-ı Ezel ve Ebed’in tahtına yanaş! Ve o rahmetin şefkatiyle ve şefâatiyle ve şuââtıyla o Sultân’a

SAYFA 99
muhâtab ol, halil ol, dost ol!

Evet kâinâtın envâını hikmet dâiresinde insanın etrafında toplayıp, bütün hâcâtına kemâl-i intizâm ve inâyetle koşturmak, bilbedâhe iki halden birisidir: Ya kâinâtın herbir nev‘i, kendi kendine insanı tanıyor, ona itâat ediyor, muâvenetine koşuyor. Bu ise, yüz derece akıldan uzak olduğu gibi, çok muhâlâtı intâc ediyor. İnsan gibi bir âciz-i mutlakta, en kuvvetli bir sultân-ı mutlakın kudreti bulunmak lâzım geliyor. Veyahud bu kâinâtın perdesi arkasında bir Kadîr-i Mutlak’ın ilmiyle, bu muâvenet oluyor. Demek kâinâtın envâı, insanı tanıyor değil, belki insanı bilen ve tanıyan ve merhamet eden bir zâtın tanımasının, bilmesinin delilleridir.

Ey insan! Aklını başına al! Hiç mümkün müdür ki, bütün envâ‘-ı mahlûkātı sana müteveccihen muâvenet ellerini uzattıran ve senin hâcetlerine “Lebbeyk!” dediren Zât-ı Zülcelâl, seni bilmesin, tanımasın, görmesin. Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor. Sen de onu bil, hürmetle bildiğini bildir. Ve kat‘iyen anla ki, senin gibi zaîf-i mutlak ve âciz-i mutlak ve fakîr-i mutlak, fânî, küçücük bir mahlûka, bu koca kâinâtı musahhar eden ve imdâdına gönderen; elbette hikmet ve inâyeti ve ilim ve kudreti tazammun eden hakîkat, rahmettir. Elbette böyle bir rahmet, senden küllî ve hâlis bir şükür ve ciddî ve sâfî bir hürmet ister. İşte o hâlis şükrün ve o sâfî hürmetin tercümanı ve ünvanı olan بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ i de! O rahmetin vusûlüne vesîle ve Rahmân’ın dergâhında şefâatçi yap. Evet o rahmetin vücûdu ve tahakkuku, güneş kadar zâhirdir.

Çünkü nasıl, merkezî bir nakış, her tarafından gelen atkı ve iplerin intizâmından ve vaz‘iyetlerinden hâsıl oluyor. Öyle de, kâinâtın dâire-i kübrâsında, bin bir ism-i İlâhî’nin cilvesinden uzanan nûrânî atkılar, kâinât sîmâsında öyle bir sikke-i rahmet içinde bir hâtem-i rahîmiyeti ve nakş-ı şefkati dokuyor ve öyle bir hâtem-i inâyeti nesc ediyor ki, güneşten daha parlak, kendini akıllara gösteriyor.

Evet şems ve kameri, anâsır ve maâdini, nebâtât ve hayvanâtı bir nakş-ı a‘zamının atkı ipleri gibi o bin bir isimlerin şuâ‘larıyla tanzîm eden ve hayata hâdim eden ve nebâtî ve hayvânî olan umum vâlidelerin gāyet şirin ve fedâkârâne şefkatleriyle şefkatini gösteren ve zevilhayatı hayat-ı insaniyeye musahhar eden ve ondan rubûbiyet-i İlâhiyenin gāyet güzel ve şirin bir nakş-ı a‘zamını

SAYFA 100
ve insanın ehemmiyetini gösteren ve en parlak rahmetini izhâr eden o Rahmân-ı Zülcemâl, elbette kendi istiğnâ-yı mutlakına karşı, rahmetini, ihtiyâc-ı mutlak içindeki zîhayata ve insana makbûl bir şefâatçi yapmış. Ey insan! Eğer insan isen, بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ de! O şefâatçiyi bul!

Evet, rû-yu zemînde dört yüz bin muhtelif ayrı ayrı nebâtât ve hayvanâtın tâifelerini, hiçbirini unutmayarak, şaşırmayarak, vakti vaktine kemâl-i intizâmla hikmet ve inâyetle terbiye ve idare eden; ve küre-i arzın sîmâsında hâtem-i ehadiyeti vaz‘ eden; bilbedâhe, belki bilmüşâhede, rahmettir ve o rahmetin vücûdu, bu küre-i arzın sîmâsındaki mevcûdâtın vücûdları kadar kat‘î olduğu gibi, o mevcûdât adedince de tahakkukunun delilleri var. Evet zeminin yüzünde öyle bir hâtem-i rahmet ve sikke-i ehadiyet bulunduğu gibi, insanın mâhiyet-i ma‘neviyesinin sîmâsında dahi öyle bir sikke-i rahmet vardır ki, küre-i arz sîmâsındaki sikke-i rahmetten ve kâinât sîmâsındaki sikke-i uzmâ-yı rahmetten daha aşağı değildir. Âdetâ bin bir ismin cilvesinin bir nokta-i mihrâkiyesi hükmünde bir câmiiyeti var

Ey insan! Hiç mümkün müdür ki, sana bu sîmâyı veren ve o sîmâda böyle bir sikke-i rahmeti ve bir hâtem-i ehadiyeti vaz‘ eden zât, seni başıboş bıraksın, sana ehemmiyet vermesin, senin harekâtına dikkat ....

Комментарии

Информация по комментариям в разработке