(155) 33.Mektup 32-33.Pencere | Hz Muhammed asm'ın penceresi; tüm pencereler Kur'ân bahrindendir.

Описание к видео (155) 33.Mektup 32-33.Pencere | Hz Muhammed asm'ın penceresi; tüm pencereler Kur'ân bahrindendir.

155 Mektubat Mecmuası 33. Mektup 32-33. pencere, Sayfa 379, 380, 381 (Mektubat Mecmuası Osmanlıca Orijinal Nüsha, Hayrat Neşriyat)

İmâm-ı Gazâlî, (ks) İmâm-ı Rabbâ­nî, (ks) Muhyiddîn-i Arabî, (ks) Abdülkādir-i Geylânî (ks) gibi milyonlar muhakkikîn-i asfiyâ ve sıddîkîn o pencereden bakıyorlar.


MEKTUBAT DERSLERİ Av. Ali KURT
https://youtube.com/playlist?list=PLl...

instagram : www.instagram.com/mektubatokumalari
https://www.youtube.com/watch?v=IbOND.

Otuz İkinci Pencere: هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰي وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَي الدّ۪ينِ كُلِّه۪ وَ كَفٰي بِاللّٰهِ شَه۪يدً  قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ جَم۪يعًانِالَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَ الْأَرْضِ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْي۪ي وَ يُم۪يتُ Şu pencere, semâ-yı risâletin güneşi, belki güneşler güneşi olan Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın penceresidir. Şu gayet parlak ve pek büyük ve çok nûrânî pencere, Otuz Birinci Söz olan Mi‘râc Risâlesi'yle, On Dokuzuncu Söz olan Nübüvvet-i Ahmediye Risâlesi'nde ve on dokuz işaretli olan On Dokuzuncu Mektub’da, ne derece nûrânî ve zâhir olduğu isbat edildiğinden, o iki Sözü ve o Mektubu ve o Mektubun On Dokuzuncu İşaret'ini bu makamda düşünüp, sözü onlara havâle edip, yalnız deriz ki:

Tevhîdin bir burhân-ı nâtıkı olan Zât-ı Ahmediye, (asm) risâlet ve velâyet cenâhlarıyla, yani kendinden evvel bütün enbiyânın tevâtür ile icmâ‘larını ve ondan sonraki bütün evliyânın ve as­fiyânın icmâ‘kârâne tevâtürlerini tazammun eden bir kuvvetle, bütün hayatında, bütün kuvvetiyle vahdâniyeti gösterip i‘lân etmiş. Ve âlem-i İslâmiyet gibi geniş, parlak, nûrânî bir pencereyi ma‘rifetullâha açmıştır. İmâm-ı Gazâlî, (ks) İmâm-ı Rabbâ­nî, (ks) Muhyiddîn-i Arabî, (ks) Abdülkādir-i Geylânî (ks) gibi milyonlar muhakkikîn-i asfiyâ ve sıddîkîn o pencereden bakıyorlar. Baş­kalarına da gösteriyorlar. Acaba böyle bir pencereyi kapatacak bir perde var mı? Ve onu ithâm edip bu pencereden bakmayanın aklı var mı? Haydi sen söyle.

SAYFA 380
Otuz Üçüncü Pencere: الَْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلٰي عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَلْ لَهُ عِوَجًا قَيِّمًا  الٓرٰ كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُاِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَي النُّورِ Bütün geçmiş pencereler, Kur’ân denizinden bazı katreler olduğunu düşün. Sonra Kur’ân’da ne kadar âb-ı hayat hükmünde olan envâr-ı tevhîd var olduğunu kıyâs edebilirsin. Fakat bütün o pencerelerin menbaı ve ma‘deni ve aslı olan Kur’ân’a gayet mücmel bir sûrette, gayet basit bir tarzda bakılsa dahi, yine gayet parlak nûrânî bir pencere-i câmiadır. O pencere ne kadar kat‘î ve parlak ve nûrânî olduğunu, Yirmi Beşinci Söz olan İ‘câz-ı Kur’ân Risâlesi'ne ve On Dokuzuncu Mektub’un On Sekizinci İşaret'ine havâle ediyoruz. Ve Kur’ân’ı bize gönderen Zât-ı Zülcelâl’in Arş-ı Rahmânîsine niyâz edip deriz: رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَس۪ينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا  رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا  رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّٓا اِنَّكَ اَنْتَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  وَ تُبْ عَلَيْنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ

İhtâr: Şu Otuz Üç Pencereli olan Otuz Üçüncü Mektub, îmânı olmayanı inşâallâh îmâna getirir. Îmânı zayıf olanın îmânını kuvvetleştirir. Îmânı kavî ve taklîdî olanın îmânını tahkîkî yapar. Îmânı tahkîkî olanın îmânını genişlendirir. Îmânı geniş olana, bütün kemâlât-ı hakîkiyenin medârı ve esası olan ma‘rifetullâhda terakkıyât verir. Daha nûrânî, daha parlak manzaraları açar. İşte bunun için, “Bir pencere bana kâfî geldi, yeter” diyemezsin. Çünki senin aklına kanâat geldi, hissesini aldı ise, kalbin de hissesini ister, ruhun da hissesini ister. Hatta hayâl de o nûrdan hissesini isteyecek. Binâenaleyh her bir pencerenin ayrı ayrı fâideleri vardır. Mi‘râc Risâlesi’nde asıl muhâtab, mü’min idi. Mülhid, ikinci derecede istimâ‘ makamında idi. Şu risâlede ise muhâtab, münkirdir. İstimâ‘ makamlarında mü’mindir. Bunu düşünüp öylece bakmalı. Fakat maatteessüf mühim bir sebebe binâen şu mektub gayet sür‘atle yazıldığından ve hatta müsvedde hâlinde kaldığından, elbette bana âit olan tarz-ı ifâdede müşevveşiyet ve kusurlar olacaktır. Nazar-ı müsâmaha ile bakmalarını ve ellerinden gelirse ıslahlarını ve mağfiret ile bana duâ eylemelerini ihvânlarımdan isterim.

وَالسَّلَامُ عَلٰي مَنِ اتَّبَعَ الْهُدٰي  وَالْمَلَامُ عَلٰي مَنِ اتَّبَعَ الْهَوٰي  سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ  اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلٰي مَنْ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ  وَ عَلٰٓي اٰلِه۪ وَ صَحْبِه۪ وَ سَلِّمْ اٰم۪ينَ

SAYFA 381
Ramazan’da ikindiden sonra, Şeyh-i Geylânî’nin (ks) Esmâ-yı Hüsnâ manzûmesini okudum. Bana bir arzu geldi ki, Esmâ-yı Hüsnâ ile bir münâcât yazayım. Fakat o vakit bu kadar yazıldı. O kudsî üstâdımın mübârek Münâcât-ı Esmâiyesine bir nazîre yapmak istedim. Heyhat! Nazma isti‘dâdım yok, yapamadım. Noksân kaldı.


Saîdü’n-Nûrsî

Комментарии

Информация по комментариям в разработке